“Lafla
peynir gemisi yürümez”…
Peynir
sözcüğü Türkçeye, Farsça “sütten yapılmış” anlamında “panîr” sözcüğünden
geçmiştir. Peynirin öz Türkçe karşılığı olarak Divan-u Lügati’t Türk’te, “udma,
udhıtma” sözcükleri geçer ki “udhıtmak”, Uygur Türkçesinde “uyutmak”
anlamındadır.
“Udhıtma,
udhıttı” sözcüklerinin anlamı ise “sütü uyutmak, uyumuş süt, peynir”dir. Peynir
yerine farklı Türk lehçelerinde farklı sözcükler de kullanılmıştır.
Misal
“ağrımışık”, “sogut”, “kurut”, “kesük”, “çökelek” ve “bışlak” gibi…
Şemseddin
Sami’nin “Kamus-ı Türki” adlı sözlüğünde, “sütten çıkarılan ve bir mayi ile
katılaştırılan madde” olarak tanımladığı peynirin kökeni çok eskilere dayanır.
Arkeolojik
bulgular MÖ 5 bin yıllarına kadar gitse de uzmanlar, ilk üretimin MÖ 8 bin ile 9 bin yılları arasında
yapıldığı görüşündeler.
Peynirin
ilk kim tarafından yapıldığı konusunda ise farklı teoriler vardır. İlk olarak Orta
Asya göçebe Türkleri tarafından yapıldığı, işkembe içinde saklanan sütün
buradaki enzimlerle mayalanması sonucu lor peynir oluştuğu, bu teorilerden biridir…
Herodot
ve Hipokrat, ilk peynirin İskit Türkleri tarafından kısrak sütünden ve büyük
olasılıkla da ekşitme yoluyla yaptıklarını söylüyorlar.
Peynir,
insanoğlunun en eski kültür miraslarından hatta uygarlığa geçişin ilk
simgelerinden biri…
Homeros,
“Odyseus ve adamlarının tek gözlü güçlü dev Kyklopsus’un mağarasına
girdiklerinde, peynir dolu raflar ve ağzına kadar süt dolu madeni güğümler, süt
sağmaya yarayan kovalar, süt kesiğinin konulduğu sepetler” gördüklerinden, Nietzsche
ise “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinde, İranlı peygamber Zerdüşt’ün peyniri
çok sevdiğinden söz ediyor.
Şirazlı
Sadi, “Bostan” adlı eserinde peyniri “kutsal bir besin” olarak tanımlarken, Evliya
Çelebi Seyahatnamesi’nde İstanbul’da peynircilikle uğraşan yaklaşık 400 işyeri
bulunduğunu anlatıyor.
Peynirle
ilgili bu kadar bilgiden sonra gelelim deyimimizin ortaya çıkış öyküsüne…
Öykü
bu ya…
Bir
zamanlar “Aksi Yusuf” adında çıkarcı ve cimri bir peynir tüccarı varmış.
Trakya’dan
getirttiği peynirleri İstanbul’da satar, İzmir’deki peynir fiyatlarının
yükselmesini, İzmir’e gönderir İstanbul’daki fiyatların yükselmesini beklermiş…
İzmir’de
fiyatlar yükselince de elinde ne kadar peynir varsa, gemilere yükletip İzmir’e
gönderirmiş. Ama gemilerin taşıma ücretini asla peşin ödemez, kaptanları yalan
dolanla “Yav hemşerim hele şu peynirler sağ salim İzmir’e bi varsın, istediğin
parayı fazla fazla verecem valla” diye oyalamaya çalışırmış.
Bir,
iki, üç derken bıkmış tüm gemi sahipleri, bütün kaptanlar…
Bir
gün kaptanlardan biri “artık yeter” diyerek diklenmiş…
“Efendi,
efendi bu geminin kalkmasının bir maliyeti var, geminin bir sürü masrafı var. Yağ
lazım, kömür lazım, tayfalara para ödemek lazım.... Parayı peşin peşin verdin
verdin, vermedin, bu gemi Sarayburnu’nu bile dönmez, haberin olsun” demiş…
Aksi
Yusuf, yine her zaman ki bahanelerine sığınacak olmuş...
“Hele
peynirler sağ salim varsın…..” demeye kalkışmış ama kaptan sözünü kesivermiş…
“Valla
efendi ben onu bunu anlamam… Lafla peynir gemisi yürümez”…
İşte
bu söz,
“Yalnız
konuşarak, kuru lafla bir yere varılamaz ve hiçbir iş gerçekleştirilemez. Bir
kimsenin sadece kendini övmesi ile gereken sonuçlar alınamaz” anlamında bir
deyim olup günümüze kadar gelmiş…