31 Mart 2016 Perşembe


“Lafla peynir gemisi yürümez”…
Peynir sözcüğü Türkçeye, Farsça “sütten yapılmış” anlamında “panîr” sözcüğünden geçmiştir. Peynirin öz Türkçe karşılığı olarak Divan-u Lügati’t Türk’te, “udma, udhıtma” sözcükleri geçer ki “udhıtmak”, Uygur Türkçesinde “uyutmak” anlamındadır.
“Udhıtma, udhıttı” sözcüklerinin anlamı ise “sütü uyutmak, uyumuş süt, peynir”dir. Peynir yerine farklı Türk lehçelerinde farklı sözcükler de kullanılmıştır.
Misal “ağrımışık”, “sogut”, “kurut”, “kesük”, “çökelek” ve “bışlak” gibi…
Şemseddin Sami’nin “Kamus-ı Türki” adlı sözlüğünde, “sütten çıkarılan ve bir mayi ile katılaştırılan madde” olarak tanımladığı peynirin kökeni çok eskilere dayanır.
Arkeolojik bulgular MÖ 5 bin yıllarına kadar gitse de uzmanlar,  ilk üretimin MÖ 8 bin ile 9 bin yılları arasında yapıldığı görüşündeler.
Peynirin ilk kim tarafından yapıldığı konusunda ise farklı teoriler vardır. İlk olarak Orta Asya göçebe Türkleri tarafından yapıldığı, işkembe içinde saklanan sütün buradaki enzimlerle mayalanması sonucu lor peynir oluştuğu, bu teorilerden biridir…
Herodot ve Hipokrat, ilk peynirin İskit Türkleri tarafından kısrak sütünden ve büyük olasılıkla da ekşitme yoluyla yaptıklarını söylüyorlar.
Peynir, insanoğlunun en eski kültür miraslarından hatta uygarlığa geçişin ilk simgelerinden biri…
Homeros, “Odyseus ve adamlarının tek gözlü güçlü dev Kyklopsus’un mağarasına girdiklerinde, peynir dolu raflar ve ağzına kadar süt dolu madeni güğümler, süt sağmaya yarayan kovalar, süt kesiğinin konulduğu sepetler” gördüklerinden, Nietzsche ise “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı eserinde, İranlı peygamber Zerdüşt’ün peyniri çok sevdiğinden söz ediyor.
Şirazlı Sadi, “Bostan” adlı eserinde peyniri “kutsal bir besin” olarak tanımlarken, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde İstanbul’da peynircilikle uğraşan yaklaşık 400 işyeri bulunduğunu anlatıyor.
Peynirle ilgili bu kadar bilgiden sonra gelelim deyimimizin ortaya çıkış öyküsüne…
Öykü bu ya…
Bir zamanlar “Aksi Yusuf” adında çıkarcı ve cimri bir peynir tüccarı varmış.
Trakya’dan getirttiği peynirleri İstanbul’da satar, İzmir’deki peynir fiyatlarının yükselmesini, İzmir’e gönderir İstanbul’daki fiyatların yükselmesini beklermiş…
İzmir’de fiyatlar yükselince de elinde ne kadar peynir varsa, gemilere yükletip İzmir’e gönderirmiş. Ama gemilerin taşıma ücretini asla peşin ödemez, kaptanları yalan dolanla “Yav hemşerim hele şu peynirler sağ salim İzmir’e bi varsın, istediğin parayı fazla fazla verecem valla” diye oyalamaya çalışırmış.
Bir, iki, üç derken bıkmış tüm gemi sahipleri, bütün kaptanlar…
Bir gün kaptanlardan biri “artık yeter” diyerek diklenmiş…
“Efendi, efendi bu geminin kalkmasının bir maliyeti var, geminin bir sürü masrafı var. Yağ lazım, kömür lazım, tayfalara para ödemek lazım.... Parayı peşin peşin verdin verdin, vermedin, bu gemi Sarayburnu’nu bile dönmez, haberin olsun” demiş…
Aksi Yusuf, yine her zaman ki bahanelerine sığınacak olmuş...
“Hele peynirler sağ salim varsın…..” demeye kalkışmış ama kaptan sözünü kesivermiş…
“Valla efendi ben onu bunu anlamam… Lafla peynir gemisi yürümez”…
İşte bu söz,
“Yalnız konuşarak, kuru lafla bir yere varılamaz ve hiçbir iş gerçekleştirilemez. Bir kimsenin sadece kendini övmesi ile gereken sonuçlar alınamaz” anlamında bir deyim olup günümüze kadar gelmiş…