"Suikast"...
Türk
Dil Kurumu Sözlüğü “suikast” sözcüğünü,
“Gizlice
cana kıyma ve kötülük etmeye kalkışma”
olarak açıklıyor.
Aslında
“bir veya birden fazla kişiyi, amaçlı ve planlı bir şekilde öldürmek”
anlamında… Ama…
Öldürülen
veya öldürülmek istenen kişi, genellikle bir devlet büyüğü ve stratejik önemi
olan kişiler olduğunda “suikast” sözcüğü dillendirilse de bence, “stratejik
amaçlı tüm öldürmelere” suikast denmeli…
Sözcük
dilimize Arapçadan geçmiş.
“Kötülük,
fenalık, habaset” anlamındaki “sü” ve “maksat, kasıt” anlamındaki “kaşd” sözcüklerinin
birleşiminden türetilmiş…
“Suikast”
sözcüğünün buraya kadar bir öyküsü yok aslında…
Tüm
öykü, İngilizce aynı anlama gelen “assassination” sözcüğünde saklı…
Çünkü…
İngilizce
“suikast” ve “suikastçı” anlamlarına gelen “assassination” ve “assassins”
sözcükleri, Büyük Selçuklu Devleti döneminde yaşamış,
Büyük
Selçuklular dahil pek çok devletin, pek çok devlet büyüğünü öldürmüş ya da
öldürmeye çalışmış Hasan Sabbah’ın kurduğu “Haşhaşiler” tarikatından
gelmektedir.
Çoğulu
“haşhaşiyyun” ve “haşhaşin” olan “haşhaş”,
Arapça bir sözcük...
Sonraları
uyuşturucu ve Hint keneviri ile özdeşleşse de “kuru ot” ve “hayvan yemi”
anlamlarına geliyor…
Marko
Polo tarafından tüm dünyaya yayılmış öykü ve bilgilere göre, “Hasan Sabbah”
adlı bir din adamı, 1090 yılında adına “Haşşaşiler” denen bir tarikat kurar…
Sonraları
roman ve filmlere konu olsa da Marko Polo’nun anlattığı öykü ve verdiği bilgilerde
bulunan ayrıntılar, günümüzde tarihçileri ikiye ayırmıştır…
Büyük
Selçukluların kudretli veziri “Nizamülmülk” ve günümüzde sosyal medya fenomeni
haline gelmiş “Ömer Hayyam”ın da içinde yer aldığı öykü ve bilgiler, bazı
tarihçilerin kabul ettiği şekliyle kısaca şöyledir…
Hasan
Sabbah “Abbasilere” ve onların “hamisi” saydığı Selçuklulara düşmandır.
Bir
tarikat kurar ve İran sınırları içinde, sarp kayalar arasında bulunan “Alamut
Kalesi”ne yerleşir. Yanında iki bine yakın müridi vardır.
Hasan
Sabbah, düşmanlarını öldürtmek için, müritlerini “fedai” olarak yetiştirir…
Onlara
“öldüklerinde cennete gidecekleri, hurilerle beraber olacakları” fikrini
aşılar…
Fedailerini
haşhaş ile uyuşturarak anlattıklarının etkisini güçlendirir ki “haşhaşi” denme
nedeni de budur…
Haşhaş
otunu içen fedailer, anlatılanların da etkisiyle, cennete gitmek için her
denileni yapar, cennet için çırpınır
hatta “ölürler”…
Bunun
içinde Nizamülmülk dahil pek çok devlet adamını öldürmekten çekinmezler.
Öldürecekleri
“kurbanın” bulunduğu yere gizlice veya kılık değiştirerek girer,
Kurbanı
mutlaka hançerleyerek öldürür ama kaçmaz, beklerler…
Çünkü…
Cennete
gitmelerinin yolu, “öldürdükleri adamın yakınları ya da korumaları tarafından
parçalanarak öldürülmelerinden geçmektedir”…
Bu
inanış ise Hasan Sabbah ve Haşhaşileri çok korkulan bir örgüt haline getirir…
Ta
ki Moğollar tarafından yok edilene, Alamut Kalesi yerle bir edilene kadar…