14 Mart 2016 Pazartesi


"Suikast"...
Türk Dil Kurumu Sözlüğü “suikast” sözcüğünü,
“Gizlice cana kıyma ve kötülük etmeye kalkışma”  olarak açıklıyor.
Aslında “bir veya birden fazla kişiyi, amaçlı ve planlı bir şekilde öldürmek” anlamında… Ama…
Öldürülen veya öldürülmek istenen kişi, genellikle bir devlet büyüğü ve stratejik önemi olan kişiler olduğunda “suikast” sözcüğü dillendirilse de bence, “stratejik amaçlı tüm öldürmelere” suikast denmeli…
Sözcük dilimize Arapçadan geçmiş.
“Kötülük, fenalık, habaset” anlamındaki “sü” ve “maksat, kasıt” anlamındaki “kaşd” sözcüklerinin birleşiminden türetilmiş…
“Suikast” sözcüğünün buraya kadar bir öyküsü yok aslında…
Tüm öykü, İngilizce aynı anlama gelen “assassination” sözcüğünde saklı…
Çünkü…
İngilizce “suikast” ve “suikastçı” anlamlarına gelen “assassination” ve “assassins” sözcükleri, Büyük Selçuklu Devleti döneminde yaşamış,
Büyük Selçuklular dahil pek çok devletin, pek çok devlet büyüğünü öldürmüş ya da öldürmeye çalışmış Hasan Sabbah’ın kurduğu “Haşhaşiler” tarikatından gelmektedir.
Çoğulu “haşhaşiyyun” ve “haşhaşin” olan “haşhaş”,  Arapça bir sözcük...
Sonraları uyuşturucu ve Hint keneviri ile özdeşleşse de “kuru ot” ve “hayvan yemi” anlamlarına geliyor…
Marko Polo tarafından tüm dünyaya yayılmış öykü ve bilgilere göre, “Hasan Sabbah” adlı bir din adamı, 1090 yılında adına “Haşşaşiler” denen bir tarikat kurar…
Sonraları roman ve filmlere konu olsa da Marko Polo’nun anlattığı öykü ve verdiği bilgilerde bulunan ayrıntılar, günümüzde tarihçileri ikiye ayırmıştır…
Büyük Selçukluların kudretli veziri “Nizamülmülk” ve günümüzde sosyal medya fenomeni haline gelmiş “Ömer Hayyam”ın da içinde yer aldığı öykü ve bilgiler, bazı tarihçilerin kabul ettiği şekliyle kısaca şöyledir…
Hasan Sabbah “Abbasilere” ve onların “hamisi” saydığı Selçuklulara düşmandır.
Bir tarikat kurar ve İran sınırları içinde, sarp kayalar arasında bulunan “Alamut Kalesi”ne yerleşir. Yanında iki bine yakın müridi vardır.
Hasan Sabbah, düşmanlarını öldürtmek için, müritlerini “fedai” olarak yetiştirir…
Onlara “öldüklerinde cennete gidecekleri, hurilerle beraber olacakları” fikrini aşılar…
Fedailerini haşhaş ile uyuşturarak anlattıklarının etkisini güçlendirir ki “haşhaşi” denme nedeni de budur…
Haşhaş otunu içen fedailer, anlatılanların da etkisiyle, cennete gitmek için her denileni yapar,  cennet için çırpınır hatta “ölürler”…
Bunun içinde Nizamülmülk dahil pek çok devlet adamını öldürmekten çekinmezler.
Öldürecekleri “kurbanın” bulunduğu yere gizlice veya kılık değiştirerek girer,
Kurbanı mutlaka hançerleyerek öldürür ama kaçmaz, beklerler…
Çünkü…
Cennete gitmelerinin yolu, “öldürdükleri adamın yakınları ya da korumaları tarafından parçalanarak öldürülmelerinden geçmektedir”…
Bu inanış ise Hasan Sabbah ve Haşhaşileri çok korkulan bir örgüt haline getirir…
Ta ki Moğollar tarafından yok edilene, Alamut Kalesi yerle bir edilene kadar…