1 Mart 2016 Salı


"İki karılı bitten ölür, iki analı sütten ölür"...
Gençliğim bahçe içinde küçük bir evde geçti.
Hemen yanı başımızda bize komşu başka evler…
Bahçe komşularımızdan biri ise güneydoğulu bir aileydi.
Oldukça sinirli bir amca, birkaç çocuk, yalnızca gözlerini görebildiğimiz iki de kadın…
Nikahları var mı ya da hangisininki ne nikahı bilemesem de…
İkisi de o amcanın eşleriydi…
Kavga dövüş, “hır gür”, itiş kakış hiç eksik olmazdı…
Bazen kadınlar birbirine girer,
Bazen de birleşip “adama sararlardı”…
Ama kadınların kavga nedeni çoğunlukla aynıydı…
“Niye ben hizmet edeyim ki? Herif gece benle mi yattı?”
“Banyo sobasını sen yakacan, ben yakacam” kavgalarına bile defalarca şahit olmuşluğumuz vardır yani…
Kadınlar adamı, birbirlerinden kıskanır, ikisi de adamın diğerine daha fazla ilgi gösterdiğini söyleyerek adama isyan eder, yapmaları gereken şey her ne ise yapmak istemezlerdi…
Aynen atasözünün anlattığı gibi…
Adamcağız bitlenmekten kıl payı kurtulurdu hep…
Çünkü…
Normal değildi evlilik…
Olması gerekenin dışındaydı…
Çift başlılık oluşması kaçınılmaz bir ilişkiydi…
Hadi bir de yeni doğmuş bir bebeğe, sütanne tutulduğunu düşünün…
Bebeğin annesi ve sütannesi ya “nasıl olsa diğeri emzirmiştir” diye düşünüp emzirmeyecek ya da “aman bebe aç kalmasın” diye her fırsatta emzireceklerdir…
Yani…
Bebek ya süt yokluğu nedeniyle açlıktan,
Ya da süt çokluğu nedeniyle çatlamaktan zor kurtulur…
Aynen atasözünün anlattığı gibi…
“Her şeyin bir kararı, normali, olması gerektiği kadarı vardır. Bu ölçü bozulduğunda ya da bir işin yapılmasında çift başlılık oluştuğunda beklenmedik olumsuz sonuçların ortaya çıkması kaçınılmazdır”…