"İki karılı bitten ölür, iki analı sütten ölür"...
Gençliğim
bahçe içinde küçük bir evde geçti.
Hemen
yanı başımızda bize komşu başka evler…
Bahçe
komşularımızdan biri ise güneydoğulu bir aileydi.
Oldukça
sinirli bir amca, birkaç çocuk, yalnızca gözlerini görebildiğimiz iki de kadın…
Nikahları
var mı ya da hangisininki ne nikahı bilemesem de…
İkisi
de o amcanın eşleriydi…
Kavga
dövüş, “hır gür”, itiş kakış hiç eksik olmazdı…
Bazen
kadınlar birbirine girer,
Bazen
de birleşip “adama sararlardı”…
Ama
kadınların kavga nedeni çoğunlukla aynıydı…
“Niye
ben hizmet edeyim ki? Herif gece benle mi yattı?”
“Banyo
sobasını sen yakacan, ben yakacam” kavgalarına bile defalarca şahit
olmuşluğumuz vardır yani…
Kadınlar
adamı, birbirlerinden kıskanır, ikisi de adamın diğerine daha fazla ilgi
gösterdiğini söyleyerek adama isyan eder, yapmaları gereken şey her ne ise
yapmak istemezlerdi…
Aynen
atasözünün anlattığı gibi…
Adamcağız
bitlenmekten kıl payı kurtulurdu hep…
Çünkü…
Normal
değildi evlilik…
Olması
gerekenin dışındaydı…
Çift
başlılık oluşması kaçınılmaz bir ilişkiydi…
Hadi
bir de yeni doğmuş bir bebeğe, sütanne tutulduğunu düşünün…
Bebeğin
annesi ve sütannesi ya “nasıl olsa diğeri emzirmiştir” diye düşünüp
emzirmeyecek ya da “aman bebe aç kalmasın” diye her fırsatta emzireceklerdir…
Yani…
Bebek
ya süt yokluğu nedeniyle açlıktan,
Ya
da süt çokluğu nedeniyle çatlamaktan zor kurtulur…
Aynen
atasözünün anlattığı gibi…
“Her
şeyin bir kararı, normali, olması gerektiği kadarı vardır. Bu ölçü bozulduğunda
ya da bir işin yapılmasında çift başlılık oluştuğunda beklenmedik olumsuz
sonuçların ortaya çıkması kaçınılmazdır”…