21 Mart 2016 Pazartesi


"Köyden geldin kırıttın, sırımlı çarığı unuttun"...
Geleneksel giyinmenin önemli parçalarından birisi olmuş “çarık”…
Öyle pabuç, iskarpin tarzı ayakkabıları bulmak, bulunsa bile, hele hele de almak her babayiğidin harcı da değilmiş hani…
Çarık giyilirmiş o nedenle…
Barışta da savaşta da…
Ki bunu bilen İngilizlerin, Kurtuluş Savaşı sırasında uçaklardan attıkları dört köşeli çivilerin toprak üstünde kalan uçları, çok çarığı delip askerlerimizin ayaklarına saplanmış ve kangren olan bacakların kesilmesine neden olmuş.
Şimdilerde ise sadece ya halkoyunları ekipleri giyiyor ya da bir yerleri süslüyorlar.
Otantik bir hava yaratsın diye belki de…
Artık giyeni de kalmamış durumda, yapanı da…
 “Sırımlı” olanları erkekler, “aynalı” veya “tokalı” olanları kadınlar içinmiş.
Çocukların çarık numarası sıfır, kadınların ki ise bir numara olurmuş.
Erkeklerin çarık numarası neden daha çeşitli bilinmez ama iki, üç, dört, beş numara ölçüsünde dikilen çarıklar erkekler içinmiş.
Tabakhanede işlenen manda gönü istenen ölçüde kesilir, yine aynı gönden kesilmiş üst kısmı çaprazlanarak su geçirmemesi için mumlanmış kendir iple dikilirmiş.
Kalıpta düzeltilen çarıkların, erkekler için olanlarının kenarlarına aynı deriden kesilen sırımlar geçirilir, kadınlar için olanlarının ön yüzüne ise ayna yerleştirilip kenarına toka takılırmış. Sonra da renk renk ponponlarla süslenirmiş…
Uçları sivri, “burunları havada” olurmuş çarıkların…
Giyenlere “çarıklı erkân” denmesinin “havasını atar” gibilermiş sanki…
“Fazla eğitim görmemiş, belki de okuryazar bile olmayan ama her işe kafası çalışan, kurnaz, gözü açık ve uyanık köylü ya da taşradan gelenlere” şaka yollu da olsa “çarıklı erkân” denmiş çünkü…
Peki ya böyle olmayanına?
Fazla eğitimli, yetenekli ya da donanımlı olmadığı halde,
Bir şekilde paraya ya da makama erişenlere ne denmiş?
Belli etmemeye çalışsalar da bu durumları “bir yerlerinden” hemen belli olmuş çünkü.
Çünkü eğitim her şeyden önce, kişinin belli bir yaşam tarzını öğrendiği, yeteneklerini geliştirdiği ya da donanımını pekiştirdiği bir toplumsallaşma ve kültürleşme süreci olduğundan, insanlar buna göre toplumsal rollerine yönelirler…
Ama ya bu ters döndüğünde?
Para ya da makam sahibi olsalar da birikim ve donanım belli etmiş kendini…
Yoksullukla, yoksul büyümekle ilgisi olmayan,
Aile ve çevre eğitimi ile bağlantılı bu durum,
Hele bir de geçmişte eziklik duyulmuşsa birine ya da bir şeylere,
Görmemişliğin dayanılmaz hafifliği ve hamlığı çıkmış hemen ortaya…
Parayla tartmışlar, makamla tartmışlar her şeyi…
Güçlerini gösterme derdine düşmüşler her fırsatta…
Ağız bükmüşler, dil kırmışlar…
Kendi ağızlarını da aksanlarını da kullanmak istememişler.
Ama ne kendileri gibi olabilmişler, ne de özendikleri gibi…
Belki de yalnızca “Balzac”ın dediği gibi olmuşlar…
“Sonradan görme insanlar, maymunlara benzerler. Yükseldiklerini görürsünüz, yükseklere çıkmadaki becerilerini takdir edersiniz. Ama doruğa ulaştıkları zaman ancak utanç verecek yerleri görünür…”
İşte atalarımız bu tür insanlara ya Karadeniz’de olduğu gibi türkü yakıp,
“Mısırı kuruttun mi?
Ambarda duruttun mi?
Anan çarık giyerdi,
Bunları unuttun mi?” demişler,
Ya da daha kısa yoldan “taşlamışlar”…
 “Köyden geldin kırıttın, sırımlı çarığı unuttun”…