"Iduk/iduk"...
Antik
çağlardan bu yana onurlandırmak, memnun etmek, dileklerinin gerçekleşmesi gibi
nedenlerle insanlar, tanrı ve yüce kabul
edilen varlıklara kurbanlar sunmuşlar.
Elbette
Türklerde de var olmuş bu ritüel. “Divan-u Lügati’t Türk” de belirtildiği üzere
de “kurban” karşılığı olarak “yagış” sözcüğü kullanılmış.
Ancak
Türklerde dört tür kurban uygulaması olmuş.
İlki,
“Tayılga” ya da “Tayığ”…
Yani “Kansız kurban” yani “hayvanın kanını dökmeden, boğarak kurban
etmek”…
İkincisi,
“Boğuzlaga” ya da “Boğızlığ”…
Yani
“Kanlı kurban” yani “hayvanın boğazını keserek kurban etmek”…
Üçüncüsü,
“Saçılga” ya da “Saçığ/Saçı”…
Yani
“Cansız kurban” yani “doğaya veya suya yiyecek saçarak kurban etmek”…
Ki
“Gelinlerin başından buğday dökmek” de bu kurban türünden sayılıp Moğollar
tarafından “Tahılga” dendiği de olmuş…
Ayrıca
bazı kaynaklar, “ağaçlara bez bağlama” geleneğini de buna bağlamakta…
Sonuncusu
ise “Itıda” ya da “Iduk”…
Yani
“Azat kurbanı”…
Yani
“Hayvanları özgür kılarak ve doğaya salarak kurban etmek”…
Öncelikle
at kurban edilmiş, olmazsa koç ya da koyun…
Kurban
için bir yıl önceden niyetlenmek ve doğan ilk yavruyu seçmek şart. Sonra…
Bu
yavru diğerlerinden ayrı yetiştirilecek, yünü kırkılmayacak, sütü sağılmayacak,
çiftleştirilmeyecek, bağlanmayacak ve üzerine yük vurulmayacak…
Hayvan
yaşına girince de omuz hizasından kuyruğuna kadar kökboyası ile boyanacak ya da
üzerine işaretler konacak…
İşaret
konacak ki “ıduk” olduğu belli olsun, kimse elini sürmesin…
Belli
olsun ki kimse almasın, sürüsüne katmasın, yakalayıp kesmesin ve yemesin…
Sonra
başıboş bırakılacak, doğuya doğru sürülüp doğaya salınacak…
Hayvan
geri gelse bile kimse ahırına, ağılına almayacak…
Ne
zaman ki bir çoban ya da dağlardan gelen birileri hayvanın ölüsünü veya
kalıntılarını görüp adak sahibine haber salacak…
İşte
o zaman adak gerçekleşmiş olacak.
“Iduk”
konusunda bir başka bilgi daha var ki oldukça ilginç.
Çok
yakın bir tarihte Niğde Üni.Fen-Ed.Fak.TDE Bölümü Öğr. Üyesi Yard.Doç.Dr.Namık
Aslan tarafından kaleme alınan “Iduk Geleneğinin Anadolu’da Yaşatılan Şekli”
adlı bilimsel makalede anlatıldığı üzere bu gelenek, Sivas Kangal Etyemez
Köyü’nde “Halk Salımı” adı ile hala yaşıyor.
Ritüel
hemen hemen aynı…
Seçilen
hayvan, “cana, mala gelebilecek kötülüğü engellemek ve şükür amaçlı” olarak
adanıyor.
Günümüzde
kökboyası olmasa da hayvana kına yakılıyor.
Eski
Türklerdeki “şifacı”nın yerini ise “muskacı” alıyor. “Kurtağzı bağlama” muskası
yazılıp hayvanın boğazına takılıyor, hayvan doğaya salınıyor. Ve…
Yine
“adak hayvan ölmüş” haberi gelene kadar bekleniyor.
Haber
geldiğinde ise adak sahibi, buğday, nohut, fasulye, mercimek ile haşlama türü
bir yemeği komşulara dağıtıyor ve adak işlemi tamamlanmış oluyor.
“Iduk”…
Yani
“salıverilmiş” yani “salma” hayvan…
Yani
“sahibinin yaptığı bir adak için kutlu ve mübarek sayılan, saklanarak yünü
kırkılmayan, sütü sağılmayan, yük vurulmayan, başıboş bırakılan ve doğaya
salıverilen hayvan”…
Yani
“Adak” sözcüğünün evrilip geldiği yer. Ayrıca…
“Iduk”
sözcüğünden türetilmiş ve Uygur kağanlarının kullandığı “Idukut” şeklinde bir
unvan vardır ki “Kut sahibi” demektir…
Yani…
“Tanrıdan gelen, Tanrıya yakın”…