20 Mart 2016 Pazar


"Iduk/iduk"...
Antik çağlardan bu yana onurlandırmak, memnun etmek, dileklerinin gerçekleşmesi gibi nedenlerle insanlar,  tanrı ve yüce kabul edilen varlıklara kurbanlar sunmuşlar.
Elbette Türklerde de var olmuş bu ritüel. “Divan-u Lügati’t Türk” de belirtildiği üzere de “kurban” karşılığı olarak “yagış” sözcüğü kullanılmış.
Ancak Türklerde dört tür kurban uygulaması olmuş.
İlki, “Tayılga” ya da “Tayığ”…
Yani  “Kansız kurban” yani  “hayvanın kanını dökmeden, boğarak kurban etmek”…
İkincisi, “Boğuzlaga” ya da “Boğızlığ”…
Yani “Kanlı kurban” yani “hayvanın boğazını keserek kurban etmek”…
Üçüncüsü, “Saçılga” ya da “Saçığ/Saçı”…
Yani “Cansız kurban” yani “doğaya veya suya yiyecek saçarak kurban etmek”…
Ki “Gelinlerin başından buğday dökmek” de bu kurban türünden sayılıp Moğollar tarafından “Tahılga” dendiği de olmuş…
Ayrıca bazı kaynaklar, “ağaçlara bez bağlama” geleneğini de buna bağlamakta…
Sonuncusu ise “Itıda” ya da “Iduk”…
Yani “Azat kurbanı”…
Yani “Hayvanları özgür kılarak ve doğaya salarak kurban etmek”…
Öncelikle at kurban edilmiş, olmazsa koç ya da koyun…
Kurban için bir yıl önceden niyetlenmek ve doğan ilk yavruyu seçmek şart. Sonra…
Bu yavru diğerlerinden ayrı yetiştirilecek, yünü kırkılmayacak, sütü sağılmayacak, çiftleştirilmeyecek, bağlanmayacak ve üzerine yük vurulmayacak…
Hayvan yaşına girince de omuz hizasından kuyruğuna kadar kökboyası ile boyanacak ya da üzerine işaretler konacak…
İşaret konacak ki “ıduk” olduğu belli olsun, kimse elini sürmesin…
Belli olsun ki kimse almasın, sürüsüne katmasın, yakalayıp kesmesin ve yemesin…
Sonra başıboş bırakılacak, doğuya doğru sürülüp doğaya salınacak…
Hayvan geri gelse bile kimse ahırına, ağılına almayacak…
Ne zaman ki bir çoban ya da dağlardan gelen birileri hayvanın ölüsünü veya kalıntılarını görüp adak sahibine haber salacak…
İşte o zaman adak gerçekleşmiş olacak.
“Iduk” konusunda bir başka bilgi daha var ki oldukça ilginç.
Çok yakın bir tarihte Niğde Üni.Fen-Ed.Fak.TDE Bölümü Öğr. Üyesi Yard.Doç.Dr.Namık Aslan tarafından kaleme alınan “Iduk Geleneğinin Anadolu’da Yaşatılan Şekli” adlı bilimsel makalede anlatıldığı üzere bu gelenek, Sivas Kangal Etyemez Köyü’nde “Halk Salımı” adı ile hala yaşıyor.
Ritüel hemen hemen aynı…
Seçilen hayvan, “cana, mala gelebilecek kötülüğü engellemek ve şükür amaçlı” olarak adanıyor.
Günümüzde kökboyası olmasa da hayvana kına yakılıyor.
Eski Türklerdeki “şifacı”nın yerini ise “muskacı” alıyor. “Kurtağzı bağlama” muskası yazılıp hayvanın boğazına takılıyor, hayvan doğaya salınıyor. Ve…
Yine “adak hayvan ölmüş” haberi gelene kadar bekleniyor.
Haber geldiğinde ise adak sahibi, buğday, nohut, fasulye, mercimek ile haşlama türü bir yemeği komşulara dağıtıyor ve adak işlemi tamamlanmış oluyor.
“Iduk”…
Yani “salıverilmiş” yani “salma” hayvan…
Yani “sahibinin yaptığı bir adak için kutlu ve mübarek sayılan, saklanarak yünü kırkılmayan, sütü sağılmayan, yük vurulmayan, başıboş bırakılan ve doğaya salıverilen hayvan”…
Yani “Adak” sözcüğünün evrilip geldiği yer. Ayrıca…
“Iduk” sözcüğünden türetilmiş ve Uygur kağanlarının kullandığı “Idukut” şeklinde bir unvan vardır ki “Kut sahibi” demektir…
Yani…
“Tanrıdan gelen, Tanrıya yakın”…