24 Mart 2016 Perşembe


"Kıyımsız"...
Bir arkadaşım vardı…
Parayı mı severdi yoksa para tutmayı mı bilmem ama…
Kuruş çıkmazdı cebinden.
“Ucuz” diye filtresiz sigara içerdi.
Bıraksa daha ucuz olurdu belki ama belli ki tiryakilik daha ağır basmıştı.
İşe yürüyerek gider,
Öğle yemeklerini simitle geçiştirirdi.
Simit yanında içeceği çay içinse arkadaşlarının “pişpirik” attığı kahveye gider,
“Yancı” olarak içerdi simit yanında çayını…
Çocuğu bile hastalansa toplu taşıma ile işyeri doktorluğuna getirirdi hep…
Ama…
Serveti müthişti…
Türkiye’de “Borsa”nın açıldığı günden beri,
Eline geçen tüm parayı,
Minimum düzeyde tuttuğu yaşamsal giderleri için gerekli olan kısmı ayırır,
Maaş, ikramiye ve yaptığı görev nedeniyle çok sık aldığı harcırahı,
Olduğu gibi borsaya yatırırdı…
Uzmanı olmuştu artık borsanın da…
Hangi “kağıt” çıkacak, hangisi ne zaman düşecek bilirdi hemen…
Eh ne de olsa otuz yıldır içindeydi bu işlerin…
Türkiye’nin önde gelen markalarının önemli düzeyde hissedarı bile olmuştu artık…
Trilyonlarla ölçülecek bir serveti olmuştu anlayacağınız…
Ama…
Oturmak için ev de almadı kendine, araba da…
Kuruş harcamak istemedi asla…
“Biliyorum benden sonra bu para kalmayacak ama ben biriktirmeyi seviyorum” diye savundu kendini hep…
Neyse biz “kıyımsız” sözcüğüne dönelim…
“Cebindeki parayı harcamaya, sahibi olduğu hiçbir şeyi vermeye kıyamayan, eli sıkı” anlamında ki sözcüğümüz artık unutulmuş durumda…
Kullanan varsa da parmaklarla sayılacak kadardır sanırım…
Bir dönem, Yunanca olduğu düşünülen “pinti” sözcüğü moda olsa da
20.yy.da bu sözcüğün yerini Farsça, “soysuz, sefil, dilenci” anlamındaki “cimri” sözcüğü almış…
Ama bu “huy” için söylenenler,  bunlarla da sınırlı kalmamış elbet. Misal…
“Hasis” denmiş, “kısmık”, “nekes”, “ekti” denmiş…
“Kibritçi” denmiş, “mıh sıçtı” denmiş, “varyemez” denmiş…
Eh demek ki “eli sıkılığı” kimse sevmemiş…