"Kıyımsız"...
Bir
arkadaşım vardı…
Parayı
mı severdi yoksa para tutmayı mı bilmem ama…
Kuruş
çıkmazdı cebinden.
“Ucuz”
diye filtresiz sigara içerdi.
Bıraksa
daha ucuz olurdu belki ama belli ki tiryakilik daha ağır basmıştı.
İşe
yürüyerek gider,
Öğle
yemeklerini simitle geçiştirirdi.
Simit
yanında içeceği çay içinse arkadaşlarının “pişpirik” attığı kahveye gider,
“Yancı”
olarak içerdi simit yanında çayını…
Çocuğu
bile hastalansa toplu taşıma ile işyeri doktorluğuna getirirdi hep…
Ama…
Serveti
müthişti…
Türkiye’de
“Borsa”nın açıldığı günden beri,
Eline
geçen tüm parayı,
Minimum
düzeyde tuttuğu yaşamsal giderleri için gerekli olan kısmı ayırır,
Maaş,
ikramiye ve yaptığı görev nedeniyle çok sık aldığı harcırahı,
Olduğu
gibi borsaya yatırırdı…
Uzmanı
olmuştu artık borsanın da…
Hangi
“kağıt” çıkacak, hangisi ne zaman düşecek bilirdi hemen…
Eh
ne de olsa otuz yıldır içindeydi bu işlerin…
Türkiye’nin
önde gelen markalarının önemli düzeyde hissedarı bile olmuştu artık…
Trilyonlarla
ölçülecek bir serveti olmuştu anlayacağınız…
Ama…
Oturmak
için ev de almadı kendine, araba da…
Kuruş
harcamak istemedi asla…
“Biliyorum
benden sonra bu para kalmayacak ama ben biriktirmeyi seviyorum” diye savundu
kendini hep…
Neyse
biz “kıyımsız” sözcüğüne dönelim…
“Cebindeki
parayı harcamaya, sahibi olduğu hiçbir şeyi vermeye kıyamayan, eli sıkı”
anlamında ki sözcüğümüz artık unutulmuş durumda…
Kullanan
varsa da parmaklarla sayılacak kadardır sanırım…
Bir
dönem, Yunanca olduğu düşünülen “pinti” sözcüğü moda olsa da
20.yy.da
bu sözcüğün yerini Farsça, “soysuz, sefil, dilenci” anlamındaki “cimri” sözcüğü
almış…
Ama bu
“huy” için söylenenler, bunlarla da sınırlı
kalmamış elbet. Misal…
“Hasis”
denmiş, “kısmık”, “nekes”, “ekti” denmiş…
“Kibritçi”
denmiş, “mıh sıçtı” denmiş, “varyemez” denmiş…
Eh
demek ki “eli sıkılığı” kimse sevmemiş…