"Kırk kapının mandalını çekmek"...
“İpini
kopardı mı tutabilene aşk olsun” derler bazıları için.
Sever
bazıları gezmeyi çünkü…
Gençken,
“gençlik başımda duman “misali” daha “tatlı” gelse de…
Yaşı
da yoktur aslında…
Yaş
almışın da “aman nereyi bekleyecem sanki, giderayak gez gezebildiğince”
demeyeceğinin garantisi hiç yoktur…
Seveni,
alışmışı, istekliyi engellemek güçtür bu nedenle.
“Hava
alacam” der gezer,
“Değişiklik
olsun dedimdi” der gezer,
“Oturunca
bun basıyo biliyon mu” der gezer…
Bu
gezinti hele bir de “sohbet amaçlıysa”,
“Aman
iki eş dost görüyüm dedimdi” diye çıkmışsa yola,
Akşama
kadar girip çıkmadığı ev, uğramadığı komşu kapısı kalmaz…
Yenilerin
kullandığı “fastfood” sözcüğü gibi “ayaküstü” sohbetten hiç “haz etmez”,
Bildiğin
misafir olur…
Hani,
“Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?” diye sorsan,
Yanıtları
da bellidir…
“Gezeenn…
Okuyan nerden bilcek, görmeden bilinmez ki” diyeceklerdir hemen…
Eskiler
böyleleri için “akşama kadar kırk kapının mandalını çekiyo” da demişler,
“Amaan… Nerde çalgı, orda kalgı” da…
“Evden
bi çıkmaya gör, avlu süpürgesi gibi dolanıyon” da demişler,
“Anam
bizim gız, erindiği gün kırk dene köy gezer” de…
Bazen
de kızmışlar, “Sürütme” demişler…
Hepsi
de aynı anlama gelen şeyler aslında…
“Çok
gezen”…
“Kırk
kapının mandalını çekmek” deyimine gelince…
Eskiden
evler, etrafı taş duvarlarla çevrili, avlu veya hayat denen bahçeler içinde
bulunurdu. Eve girmek için önce ahşap bahçe kapısından avluya girmeniz
gerekirdi ki günlük yaşam da orada geçerdi zaten… Bu tahta kapılarında oldukça
basit bir kilit sistemi vardı… Ortasından çiviyle çakılmış “tahta bir çubuk”…
Kapıya
çakınca adı “mandal” olan bu çubuk, çevirdiğinizde kapıyı ya kapalı tutar ya da
açardı… İşte bu deyim o mandaldan gelmedir.
Ama yine
de eskiler ne derlerse desinler, yine de gezmek iyidir…
Bir
iki dosta uğrayıp “iki lafın belini kırmak” daha da iyidir…