Kadın dediğinin baldırına vuracan, üç günlük yola gidecen, döndüğünde hala sallanıyo olacak"...
Haremdeki
kadınlar,
Bir
dönemi saymazsak eğer pek öyle şişman tipler olmamışlar…
Ama
o dönemi yansıtan gravür ve resimlere bakıldığında, günümüzün anlayışı gibi
“90-60-90”da değillermiş hani…
Bu
toprakların ürünü onlarca aşık ve ozan,
“Gönül
kimi severse güzel odur” felsefesiyle onca nağme düzmüşken,
Bu
kıstaslar ve ölçüler neden gereklidir, onu da hiç anlamam…
Ama
misal…
“Boncuklu
Deli İbrahim” şişman sevmiş…
Onca
yıllık “kafes” tecritinden sonra,
“Boynum
ha vuruldu, ha vurulacak” korkusundan sonra,
Hasbelkader
padişah olunca, kadın düşkünlüğü “tavan yapmış”…
Sonra
bir gün değişiklik mi istemiş bilinmez,
“İstanbul’un
en şişman kadını bulunsun” diye ferman çıkartmış…
Aranmış,
taranmış, bulunmuş…
Çok
çok çok şişman,
Osmanlı
vatandaşı Ermeni bir kadını saraya getirmişler.
“Boncuklu”, kadını çok beğenmiş olacak ki…
Kadına
“Şivekar” adını vermiş ve ödül olarak Şam eyaletinin gelirini bağlamış…
Ama
nedense halkın beğenisi hep, “toplu” kadın yönünde olmuş…
Yaşım
Osmanlıya yetmez ama benim çocukluğumda da vardı bu beğeni…
“Tarla
tapan bol, dayanıklı olmak gerek” diyerek,
Belki
de “kilo=güç” diye düşünülerek,
Görücü
giderken bile “hani şöyle topluca” olanlara bakarlardı…
Çok
duyardım çocukluğumda, “sürek öküzü gibi güçlü gelin” arayanları…
Daha
kolay kilo alır diyerek, “ayak bilekleri kalın” kızlara rağbet eder,
“Dam
saçaktan, kız bacaktan belli olur” diye de terane düzerlerdi…
Zayıf
kızlara bakmaz,
“Aman
anam kiraz yise yanağından belli oluyor” diye de aralarında gülüşürlerdi görücü
kadınlar…
“Bir
dirhem et bin ayıp örter” diye de desteklerlerdi kendilerini…
“Kadın
dediğinin baldırına vuracan, üç günlük yola gidecen, döndüğünde hala sallanıyo
olacak” deyimi de işte o ekolün devamı olsa gerektir…