13 Mart 2016 Pazar


Kadın dediğinin baldırına vuracan, üç günlük yola gidecen, döndüğünde hala sallanıyo olacak"...
Haremdeki kadınlar,
Bir dönemi saymazsak eğer pek öyle şişman tipler olmamışlar…
Ama o dönemi yansıtan gravür ve resimlere bakıldığında, günümüzün anlayışı gibi “90-60-90”da değillermiş hani…
Bu toprakların ürünü onlarca aşık ve ozan,
“Gönül kimi severse güzel odur” felsefesiyle onca nağme düzmüşken,
Bu kıstaslar ve ölçüler neden gereklidir, onu da hiç anlamam…
Ama misal…
“Boncuklu Deli İbrahim” şişman sevmiş…
Onca yıllık “kafes” tecritinden sonra,
“Boynum ha vuruldu, ha vurulacak” korkusundan sonra,
Hasbelkader padişah olunca, kadın düşkünlüğü “tavan yapmış”…
Sonra bir gün değişiklik mi istemiş bilinmez,
“İstanbul’un en şişman kadını bulunsun” diye ferman çıkartmış…
Aranmış, taranmış, bulunmuş…
Çok çok çok şişman,
Osmanlı vatandaşı Ermeni bir kadını saraya getirmişler.
“Boncuklu”,  kadını çok beğenmiş olacak ki…
Kadına “Şivekar” adını vermiş ve ödül olarak Şam eyaletinin gelirini bağlamış…
Ama nedense halkın beğenisi hep, “toplu” kadın yönünde olmuş…
Yaşım Osmanlıya yetmez ama benim çocukluğumda da vardı bu beğeni…
“Tarla tapan bol, dayanıklı olmak gerek” diyerek,
Belki de “kilo=güç” diye düşünülerek,
Görücü giderken bile “hani şöyle topluca” olanlara bakarlardı…
Çok duyardım çocukluğumda, “sürek öküzü gibi güçlü gelin” arayanları…
Daha kolay kilo alır diyerek, “ayak bilekleri kalın” kızlara rağbet eder,
“Dam saçaktan, kız bacaktan belli olur” diye de terane düzerlerdi…
Zayıf kızlara bakmaz,
“Aman anam kiraz yise yanağından belli oluyor” diye de aralarında gülüşürlerdi görücü kadınlar…
“Bir dirhem et bin ayıp örter” diye de desteklerlerdi kendilerini…
“Kadın dediğinin baldırına vuracan, üç günlük yola gidecen, döndüğünde hala sallanıyo olacak” deyimi de işte o ekolün devamı olsa gerektir…