4 Mart 2016 Cuma


"Dullama"...
Konuşmayı severim…
Konuşmayı sevmemin de ötesinde oldukça gevezeyimdir de…
Hatta “laf ebesi” bile sayılırım…
Bu deyimi benim için, bazı arkadaşlarımın dillendirdikleri çok olmuştur.
“Bir adım gelene ben on adım giderim”…
Şaka bir yana, bana bir şey anlatana, ben de bir şeyler anlatırım mutlaka…
Özel ilgi alanım olan halk kültürü nedeniyle,
Genç yaşlı demeden herkesle sohbet eder,
Duyduğum sözcük, deyim, atasözü ve kıssaları,
Çocukluğumdan bu yana, mutlaka hem aklıma hem de bir yerlere yazarım…
Ama yeri geldiğinde de “taşı gediğine koyarım”…
Taşlar hep heybemdedir çünkü…
Konuşmalarımı ve anlattığım sohbet konusu neyse artık o “şeyi”,
Eski sözcük, deyim, atasözü ve kıssalarla süsler,
Taklitlerle de canlandırmaya çalışırım…
Eh ne de olsa serde yönetmenlik, “kamera önü oyunculuk” hocalığı ve az biraz da “beden dili” eğitmenliği var…
Konuşma tavrım ilginç gelir, değişik gelir, hoş gelir dinleyenlere…
Bu nedenle dost ve arkadaş çevremde, “laf ebesi” diyenlerin yanında,
“Meddah” diyende oldu, “taklitçi” anlamında “mukallit” diyen de…
Ama en değişik sözcüğü rahmetli annem söylerdi.
Anlattıklarımı dinler dinler, gülerek bakar ve sevecenlikle “dullama” derdi…
“Sert” bir sözcük gibi dursa da öyle değildir aslında…
Belki de kullanana göre ya da tavra göre, “yarattığı algı” değişir bilemem…
Ama bana, annemin böyle demesi, asla kötüymüş gibi gelmezdi…
Çünkü…
“Dullama” sözcüğü, “ilginç şeyler anlatan, ilginç yorumlar yapan, çokbilmiş, geveze” anlamında kullanılırdı eskiden…
Bir de bir çocuktan beklenmeyecek sözler eden,
Sanki büyük birisiymişçesine konuşan çocuklara söylenirdi…
Hani, “büyümüş de küçülmüş” dercesine…
Belki de “baba olmadığı için, annesi her şeyi bununla konuşuyor, bunları anneden öğreniyor” dercesine…
Bilmiyorum ki belki de…