"Dullama"...
Konuşmayı
severim…
Konuşmayı
sevmemin de ötesinde oldukça gevezeyimdir de…
Hatta
“laf ebesi” bile sayılırım…
Bu
deyimi benim için, bazı arkadaşlarımın dillendirdikleri çok olmuştur.
“Bir
adım gelene ben on adım giderim”…
Şaka
bir yana, bana bir şey anlatana, ben de bir şeyler anlatırım mutlaka…
Özel
ilgi alanım olan halk kültürü nedeniyle,
Genç
yaşlı demeden herkesle sohbet eder,
Duyduğum
sözcük, deyim, atasözü ve kıssaları,
Çocukluğumdan
bu yana, mutlaka hem aklıma hem de bir yerlere yazarım…
Ama
yeri geldiğinde de “taşı gediğine koyarım”…
Taşlar
hep heybemdedir çünkü…
Konuşmalarımı
ve anlattığım sohbet konusu neyse artık o “şeyi”,
Eski
sözcük, deyim, atasözü ve kıssalarla süsler,
Taklitlerle
de canlandırmaya çalışırım…
Eh
ne de olsa serde yönetmenlik, “kamera önü oyunculuk” hocalığı ve az biraz da
“beden dili” eğitmenliği var…
Konuşma
tavrım ilginç gelir, değişik gelir, hoş gelir dinleyenlere…
Bu
nedenle dost ve arkadaş çevremde, “laf ebesi” diyenlerin yanında,
“Meddah”
diyende oldu, “taklitçi” anlamında “mukallit” diyen de…
Ama
en değişik sözcüğü rahmetli annem söylerdi.
Anlattıklarımı
dinler dinler, gülerek bakar ve sevecenlikle “dullama” derdi…
“Sert”
bir sözcük gibi dursa da öyle değildir aslında…
Belki
de kullanana göre ya da tavra göre, “yarattığı algı” değişir bilemem…
Ama
bana, annemin böyle demesi, asla kötüymüş gibi gelmezdi…
Çünkü…
“Dullama”
sözcüğü, “ilginç şeyler anlatan, ilginç yorumlar yapan, çokbilmiş, geveze”
anlamında kullanılırdı eskiden…
Bir
de bir çocuktan beklenmeyecek sözler eden,
Sanki
büyük birisiymişçesine konuşan çocuklara söylenirdi…
Hani,
“büyümüş de küçülmüş” dercesine…
Belki
de “baba olmadığı için, annesi her şeyi bununla konuşuyor, bunları anneden
öğreniyor” dercesine…
Bilmiyorum
ki belki de…