12 Mart 2016 Cumartesi


"Mücüre"...
Bundan otuz yıl kadar önceydi.
Şimdilerde adına “İletişim Fakültesi” denen okullardan birini bitirip,
“İlle de televizyoncu olacam” diye orada burada bir yıl kadar didindikten sonra,
Rahmetli babamın “la oğlum, hiç değilse şu askerliği aradan çıkar” demesi üzerine,
Askerlik için dilekçe verip, ardından ne işe yaradığını bilmediğim bir sınava girdim.
“N’olur kısa dönem çıksın” diye dilekler dilesem de “Asteğmen” olarak,
Yurdun ücra köşelerinden birine gittim.
Olaylar, şimdiki kadar kördüğüme dönmediğinden  “rahat” gittim aslında…
Herkesin “dejavu” yaşarcasına, her gün aynı şeyleri yaptığı,
Hatta tüm halkın birbiri ile aynı şeyleri yaptığı küçük bir ilçe.
Eğitim durumları da ekonomik durumları da her hangi bir  “çizelge”de ya da “çan eğrisinde” yer bulabilecek halde olmayan küçük bir ilçe.
O nedenle “dışarıdan gelen” bizlere bir tuhaf bakılıyor.
Asteğmenlere, öğretmenlere, “talihin cilvesi” ile gelmiş bir iki doktora anlayamadığım tuhaflıkta bir bakış ama bu bakış…
Özellikle de kızlarda…
Hani şöyle, alttan alttan, göz ucuyla, kaşların altından…
Bir gün “ne iş” diye sordum, kıdemce bizden büyük “dedemiz olan” asteğmenlere...
“Sandıklamak için kurban bakıyolar oğlum” dedi biri.
Sonra da anlattı…
“Oğlum bak buraları, buradaki durumu, yaşantıyı gördün. Sen sadece gördün ama o kızlar bu yaşantının tam göbeğindeler. Onların buradan tek kurtuluş çareleri bizim gibi dışarıdan gelenler… O nedenle senin benim gibi birine kancayı atarlar.
‘Lan n’olcak ki’ diye düşünen arkadaş zokayı yerse, önce orda burada buluşmalar falan… Bi zaman sonra kız arkadaşı eve çağırır… Der ki ‘bizimkiler bu akşam evde değiller, bize gel’… Koşar tabi arkadaş… Gerçekten de kızdan başka kimse olmaz evde. Biraz sohbet, muhabbet ama birden kapı çalınmaya başlar...”
“Kız panik içinde, ‘eyvah yandık, bizimkiler’ deyip, güya arkadaşı saklamaya çalışır.
‘Perdenin arkasına geç’, ‘Yok olmadı, yatağın altına gir’, ‘Orada olmaz, en iyisi şu sandığın içine gir’…”
“O sandığın niye boş olduğunu sorgulayamayacak durumdaki arkadaş sandığa girer. Olaydan zaten haberli olan ailede, doğal olarak arkadaşı sandıkta bulur…”
“Sonrası, ‘Temizle namusumuzu’ faslıdır ve arkadaş birden kendini evlenmiş bulur . İşte buna buralarda ‘Sandıklama’ diyorlar…”
Gelelim sözcüğümüze…
Unutulmuş sözcüklerden olan “mücüre”nin bu sandıkla pek ilgisi yok elbette…
Hani mücüreye sığsa sığsa elin,
Hadi olmadı, sıkıştıra tepiştire kafan sığar belki…
Şimdilerde “kutu” deyip geçiliyor ama “kutu”, daha küçüğünü de daha büyüğünü de hatta farklı başka şeyleri de kapsayan çok geniş anlamlı bir sözcük…
“Mücüre”, takılarınızı koyacağınız, “Kumbara” niyetine içinde para biriktireceğiniz büyüklükte “kilitli küçük sandık”  anlamındadır.
Bazı yörelerde “çekmece” ve “çekmeceli dolap” anlamında kullanılsa da…
Hani kadınların takılarını koydukları çekmeceli küçük dolaplar vardır…
“Mücüre” ya da bazı yörelerde “mücre” denen şey odur işte…
Şöyle kenarları oymalı, süslü, küçük sandık ve dolaplar…