"Mücüre"...
Bundan
otuz yıl kadar önceydi.
Şimdilerde
adına “İletişim Fakültesi” denen okullardan birini bitirip,
“İlle
de televizyoncu olacam” diye orada burada bir yıl kadar didindikten sonra,
Rahmetli
babamın “la oğlum, hiç değilse şu askerliği aradan çıkar” demesi üzerine,
Askerlik
için dilekçe verip, ardından ne işe yaradığını bilmediğim bir sınava girdim.
“N’olur
kısa dönem çıksın” diye dilekler dilesem de “Asteğmen” olarak,
Yurdun
ücra köşelerinden birine gittim.
Olaylar,
şimdiki kadar kördüğüme dönmediğinden
“rahat” gittim aslında…
Herkesin
“dejavu” yaşarcasına, her gün aynı şeyleri yaptığı,
Hatta
tüm halkın birbiri ile aynı şeyleri yaptığı küçük bir ilçe.
Eğitim
durumları da ekonomik durumları da her hangi bir “çizelge”de ya da “çan eğrisinde” yer
bulabilecek halde olmayan küçük bir ilçe.
O
nedenle “dışarıdan gelen” bizlere bir tuhaf bakılıyor.
Asteğmenlere,
öğretmenlere, “talihin cilvesi” ile gelmiş bir iki doktora anlayamadığım
tuhaflıkta bir bakış ama bu bakış…
Özellikle
de kızlarda…
Hani
şöyle, alttan alttan, göz ucuyla, kaşların altından…
Bir
gün “ne iş” diye sordum, kıdemce bizden büyük “dedemiz olan” asteğmenlere...
“Sandıklamak
için kurban bakıyolar oğlum” dedi biri.
Sonra
da anlattı…
“Oğlum
bak buraları, buradaki durumu, yaşantıyı gördün. Sen sadece gördün ama o kızlar
bu yaşantının tam göbeğindeler. Onların buradan tek kurtuluş çareleri bizim
gibi dışarıdan gelenler… O nedenle senin benim gibi birine kancayı atarlar.
‘Lan
n’olcak ki’ diye düşünen arkadaş zokayı yerse, önce orda burada buluşmalar
falan… Bi zaman sonra kız arkadaşı eve çağırır… Der ki ‘bizimkiler bu akşam
evde değiller, bize gel’… Koşar tabi arkadaş… Gerçekten de kızdan başka kimse
olmaz evde. Biraz sohbet, muhabbet ama birden kapı çalınmaya başlar...”
“Kız
panik içinde, ‘eyvah yandık, bizimkiler’ deyip, güya arkadaşı saklamaya
çalışır.
‘Perdenin
arkasına geç’, ‘Yok olmadı, yatağın altına gir’, ‘Orada olmaz, en iyisi şu
sandığın içine gir’…”
“O
sandığın niye boş olduğunu sorgulayamayacak durumdaki arkadaş sandığa girer.
Olaydan zaten haberli olan ailede, doğal olarak arkadaşı sandıkta bulur…”
“Sonrası,
‘Temizle namusumuzu’ faslıdır ve arkadaş birden kendini evlenmiş bulur . İşte
buna buralarda ‘Sandıklama’ diyorlar…”
Gelelim
sözcüğümüze…
Unutulmuş
sözcüklerden olan “mücüre”nin bu sandıkla pek ilgisi yok elbette…
Hani
mücüreye sığsa sığsa elin,
Hadi
olmadı, sıkıştıra tepiştire kafan sığar belki…
Şimdilerde
“kutu” deyip geçiliyor ama “kutu”, daha küçüğünü de daha büyüğünü de hatta
farklı başka şeyleri de kapsayan çok geniş anlamlı bir sözcük…
“Mücüre”,
takılarınızı koyacağınız, “Kumbara” niyetine içinde para biriktireceğiniz
büyüklükte “kilitli küçük sandık”
anlamındadır.
Bazı
yörelerde “çekmece” ve “çekmeceli dolap” anlamında kullanılsa da…
Hani
kadınların takılarını koydukları çekmeceli küçük dolaplar vardır…
“Mücüre”
ya da bazı yörelerde “mücre” denen şey odur işte…
Şöyle
kenarları oymalı, süslü, küçük sandık ve dolaplar…