6 Mayıs 2016 Cuma


“Yavuz”…
“Tööbe de anam tööbe de…”
“Aman gıız dilini ısır. Bi daada sakın diyim deme ha…”
“Yavrum kırk kere dirsen olurumuş, etme yavrum…”
“Anam n’ediyon, belayı başımıza musallat mı edeceen?”
“Sakın dime, madem diyecen ‘üç harfliler’ diyivir heç deelse…”
Bu sözleri duymadık mı? Halende duymuyor muyuz?
Gelecekte de duymayacak mıyız?
Duyduk, duyuyoruz ve duyacağız…
Eski Türklerden bu yana, kötülüğü, kötü bir şeyi, korkulan bir şeyi dillendirmek korkutmuş, korkutuyor, korkutacak bizleri…
Tabu saymış Türkler bazı şeyleri, dillendirmek bile istememişler, dillendirilirse olacağından korkmuşlar… Onun yerine de “örtmece” sözcükler kullanmışlar…
“Çok” ve “yok” sözcüklerini anlatırken de söylemiştim, “çok ve yok sözcükleri, korkulan sözcükler yerine kullanılan örtmece sözcüklerdir” diye…
İşte, dillendirilmekten korkulan o sözcüklerden biri de “yavuz”…
Yani “Albız”, yani “yalbız”, yani “yabız”,yani “şeytan”, yani “kötü ruh”…
Hani “Karaoğlan”ın yanındaki “Balaban”ın sık sık söylediği gibi…
“Hay canını albızlar alası…”
İnanışa göre “Albız”, çeşitli şekillerde görünür, ıssız yerlerde ortaya çıkar, gelip geçenleri şaşırtır, korkutur, uykuda basar, canlarını alırmış…
Bugün Anadolu’da yaşayan “albastı, alkarısı, almış” inancı da eski Türklerden gelen bu “albız” inancı ile ilgili…
1220 yılında Cengiz Han’ı ziyaret eden Çinli Taoist rahip “Çang-Çun” şeytanların, cinlerin ve azgın ruhların dolu olduğuna inanılan dağlar arasından geçerken, kötü ruhlardan korunmak için Moğol inanışına göre atlarının başına kan sürmüş…
“Albız/yalbız” sözcüğü, Göktürk yazıtlarında da “kötü, fena, zalim, perişan” ve “şeytan” anlamlarında yer almış…
Bu sözcük daha sonra “yabız”a dönüşmüş ve bu dönüşümle birlikte sözcüğe “hırsız” anlamı da yüklenmiş…
Ama dil, yaşayan, gelişen ve değişen bir olgu olduğundan, değişim durmamış.
Eski Türklerde (-b-) harfinin (-v-) harfine olan dönüşümü, çok sık rastlanan bir durum olduğundan da “yabız” sözcüğü de bir süre sonra “yavuz” sözcüğüne dönüşmüş…
Ama “hırsız” anlamı devam etmiş.
British Museum Rein Katalogu’nda,
“Ne yavuz ol asıl, Ne yavaş ol basıl” şeklinde bir Türk atasözü bile vardır.
İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan, yazanı ve yılı bilinmeyen “Ahval-i Kıyamet” adlı eserde “yavuz” sözcüğü “kötü, fena, zalim” anlamlarında kullanılmıştır.
Göktürk Yazıtları’nda ve “Divan-ü Lugati’t Türk” de “fena, kötü, zalim, perişan” anlamlarını içeren,
Sonraları “hırsız” anlamı da yüklenen “yabız/yavız/yavuz” sözcüğü,
Zamanla kötü anlamını kaybederek anlam iyileşmesine uğramış ve günümüze, “iyi, güzel huylu, eli açık, mert, yiğit” anlamlarını yüklenerek gelmiş...
Ancak bu anlam iyileşmesi sadece Anadolu’ya ait olarak kalmış.
Çağımızın Tatar yazar ve şairlerinden “İbrahimov Şeyhzade Babiç”, “yavız” sözcüğünü şiirlerinde “şeytan” anlamında kullanmaktadır.
Bazı kaynaklara göre, “yavuz” sözcüğü, Yavuz Sultan Selim nedeniyle “iyi, mert, yiğit” anlamı kazanmış...
Ama belki de birileri “katı, gaddar ve zalim” olduğunu düşünerek vermiştir bu lakabı…
Kim bilir?
“Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır” demiş eskiler…
Ama bunu derken “mert hırsız” demek istememişler sanırım…
Ya sadece “hırsız, ev sahibini bastırır” demek istemişler,
Ya da “zalim, kötü, fena hırsız ev sahibini bastırır”…