“Yavuz”…
“Tööbe
de anam tööbe de…”
“Aman
gıız dilini ısır. Bi daada sakın diyim deme ha…”
“Yavrum
kırk kere dirsen olurumuş, etme yavrum…”
“Anam
n’ediyon, belayı başımıza musallat mı edeceen?”
“Sakın
dime, madem diyecen ‘üç harfliler’ diyivir heç deelse…”
Bu
sözleri duymadık mı? Halende duymuyor muyuz?
Gelecekte
de duymayacak mıyız?
Duyduk,
duyuyoruz ve duyacağız…
Eski
Türklerden bu yana, kötülüğü, kötü bir şeyi, korkulan bir şeyi dillendirmek
korkutmuş, korkutuyor, korkutacak bizleri…
Tabu
saymış Türkler bazı şeyleri, dillendirmek bile istememişler, dillendirilirse
olacağından korkmuşlar… Onun yerine de “örtmece” sözcükler kullanmışlar…
“Çok”
ve “yok” sözcüklerini anlatırken de söylemiştim, “çok ve yok sözcükleri,
korkulan sözcükler yerine kullanılan örtmece sözcüklerdir” diye…
İşte,
dillendirilmekten korkulan o sözcüklerden biri de “yavuz”…
Yani
“Albız”, yani “yalbız”, yani “yabız”,yani “şeytan”, yani “kötü ruh”…
Hani
“Karaoğlan”ın yanındaki “Balaban”ın sık sık söylediği gibi…
“Hay
canını albızlar alası…”
İnanışa
göre “Albız”, çeşitli şekillerde görünür, ıssız yerlerde ortaya çıkar, gelip
geçenleri şaşırtır, korkutur, uykuda basar, canlarını alırmış…
Bugün
Anadolu’da yaşayan “albastı, alkarısı, almış” inancı da eski Türklerden gelen
bu “albız” inancı ile ilgili…
1220
yılında Cengiz Han’ı ziyaret eden Çinli Taoist rahip “Çang-Çun” şeytanların,
cinlerin ve azgın ruhların dolu olduğuna inanılan dağlar arasından geçerken,
kötü ruhlardan korunmak için Moğol inanışına göre atlarının başına kan sürmüş…
“Albız/yalbız”
sözcüğü, Göktürk yazıtlarında da “kötü, fena, zalim, perişan” ve “şeytan”
anlamlarında yer almış…
Bu
sözcük daha sonra “yabız”a dönüşmüş ve bu dönüşümle birlikte sözcüğe “hırsız”
anlamı da yüklenmiş…
Ama
dil, yaşayan, gelişen ve değişen bir olgu olduğundan, değişim durmamış.
Eski
Türklerde (-b-) harfinin (-v-) harfine olan dönüşümü, çok sık rastlanan bir
durum olduğundan da “yabız” sözcüğü de bir süre sonra “yavuz” sözcüğüne
dönüşmüş…
Ama
“hırsız” anlamı devam etmiş.
British
Museum Rein Katalogu’nda,
“Ne
yavuz ol asıl, Ne yavaş ol basıl” şeklinde bir Türk atasözü bile vardır.
İstanbul
Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan, yazanı ve yılı bilinmeyen “Ahval-i
Kıyamet” adlı eserde “yavuz” sözcüğü “kötü, fena, zalim” anlamlarında
kullanılmıştır.
Göktürk
Yazıtları’nda ve “Divan-ü Lugati’t Türk” de “fena, kötü, zalim, perişan”
anlamlarını içeren,
Sonraları
“hırsız” anlamı da yüklenen “yabız/yavız/yavuz” sözcüğü,
Zamanla
kötü anlamını kaybederek anlam iyileşmesine uğramış ve günümüze, “iyi, güzel
huylu, eli açık, mert, yiğit” anlamlarını yüklenerek gelmiş...
Ancak
bu anlam iyileşmesi sadece Anadolu’ya ait olarak kalmış.
Çağımızın
Tatar yazar ve şairlerinden “İbrahimov Şeyhzade Babiç”, “yavız” sözcüğünü
şiirlerinde “şeytan” anlamında kullanmaktadır.
Bazı
kaynaklara göre, “yavuz” sözcüğü, Yavuz Sultan Selim nedeniyle “iyi, mert,
yiğit” anlamı kazanmış...
Ama
belki de birileri “katı, gaddar ve zalim” olduğunu düşünerek vermiştir bu
lakabı…
Kim
bilir?
“Yavuz
hırsız, ev sahibini bastırır” demiş eskiler…
Ama
bunu derken “mert hırsız” demek istememişler sanırım…
Ya
sadece “hırsız, ev sahibini bastırır” demek istemişler,
Ya da “zalim, kötü, fena
hırsız ev sahibini bastırır”…