“ ‘İç’ dediysek, ‘Çeşmeyi kurut’ da demedik
ya”…
“Adam”,
Arapça “İnsanların atası, Adem, insanoğlu” demek…
Bu
sözcük Arapçaya, İbranice “İnsan” anlamına gelen “Adham” sözcüğünden geçmiş.
Dinsel
metinlere baktığımızda “Adem”, insanın başlangıcıdır…
İnsanın
ortaya çıkışı ise bazı iyi şeyler yanında, her ne kadar suç “şeytan”ın da olsa
tamahın, hırsın, açgözlülüğün ve haddini bilmemenin de ortaya çıkışıdır
aslında...
Adem
topraktan yaratılır, “yeme” dedikleri meyveyi yer ve kovulur Cennet’ten…
Başlar
böylece kimilerinin“insani” bulduğu bazı duygu ve düşünceler…
Ardından
“Habil ile Kabil” bu “insani” duyguları çeşitlendirir ve “Kabil öldürür
Habil’i”…
Sorumlu
“kıskançlık” dense de hırstır, tamahtır, haddini bilmemektir ana neden…
Efsanelere
bakınca da değişmez durum…
Girit
uygarlığının kralı Minos’un karısı, boğa başlı insan vücutlu bir canavar
doğurur. Kral, “Daedalus” adlı mimarı çağırarak, canavarı hapsetmek için
karışık yollar ve odalardan oluşan büyük bir kale yapmasını ister. Mimar ve
oğlu “İkarus”, yaparlar kaleyi. Ancak bir adam, mimardan aldığı akılla kaleye
girip canavarı öldürünce kral çok kızar ve mimar ile oğlunu kaleye hapseder.
Mimar, kaleden kaçmak için balmumu ve kuşlardan dökülen tüylerle kanat yapar.
Oğlunu, “güneşe de denize de yaklaşma, kanatların ya erir ya da nemlenir” diye
uyarır ama dinlemez İkarus... Kaçmanın ve uçmanın verdiği coşku ile yaklaşır
güneşe ve erir kanatlar…
Tarihe
baktığımızda ise o kadar çoktur ki örnekler…
Misal,
“Büyük İskender”…
Yeni
yerler fethetmek için çıkar yola, sefer o kadar uzar ki adamları bile isyan
eder. Ama o geri dönmeyi bilmediğinden, bir yerlerde hastalanarak genç yaşta
ölür gider…
Misal,
“Marcus Licinius Crassus”…
Julius
Sezar’ın en ünlü generali ve ortağıdır. Roma’da ne zaman yangın çıksa hemen
askerleriyle koşar, “bize satarsan söndürürüz” diyerek yok pahasına evi satın
alır ve ondan sonra yangını söndürür. Kârı da Sezar’la kırışır…
Misal,
“Papa 4.Sixtus”…
“Ölülerin
ruhları bu af belgesi olmadan cennete gidemez” diyerek düzenlediği uyduruk
belgeleri satar ve muazzam servet yapar…
Misal,
“Express Dowager Cixi”…
Cariyeyken
Çin İmparatoriçesi olur. Ordunun parasını kendine fildişi ziyafet kayığı, 150
kişilik yemek masası ve altın çöp şişler yaptırmak için harcar. 3 bin adet
mücevher kutusu vardır ama ne kadar mücevheri olduğunu kimse bilemez…
Misal,
“Imelda Marcos”…
Tek
özelliği Filipin’i yöneten bir adamın eşi olmasıdır. Halk açlıktan kırılırken
onun hiç giymediği 3 bin ayakkabısı vardır. Buna rağmen Newyork ve Roma’ya
“alışverişe” giderken yanında 5 milyon dolar götürür…
Osmanlıda
da vardı bunlardan bolca…
Misal
“Kehle-i İkbal” yani “İkbal Biti Damat Rüstem Paşa”…
Osmanlıya
devşirme olarak gelir, “cüzam” söylentisi, “bit araması” falan derken kader onu
Kanuni’ye damat yapar. Ama o kaynana Hürrem’le bir olup rüşveti
kurumsallaştırıp, devrinin Kanuni’den sonra en zengin adamı olur.
Misal,
4.Murat’ın “Müneccimbaşı’sı Hüseyin Efendi”…
Sıradan
bir saatçi iken müneccimbaşılığa yükselen bu adam, tüm tayin ve azillerde yetkilidir.
Kimden rüşvet almışsa “koltuğa” onu oturttuğu için serveti muazzamdır… Hatta
“hediye getirmedi” diye Avusturya elçisini bile tehdit etmekten çekinmez…
Misal,
3.Mehmet’in “Hadımağası Hasan Paşa”…
Sarayda
boşalan tüm makamları para karşılığı satar. Aldığı altınları doldurduğu Maraş
işi sandıkların sayısını bilen bile yoktur.
Misal,
Kösem Sultan ile kavgalı olan gelini Turhan Sultan’ın “Melekî Kalfa”sı…
Sultanla
bir “görüştürme” için aldığı rüşvet bile korkunçtur.
Misal,
“Boncuklu Deli İbrahim”…
Kaldığı
kafeste “ha bugün, ha yarın” diye öldürülme korkusuyla kafayı yiyip, sonra kaderin
cilvesi padişah olur. Balıklara altında atar, her yeri samur kürkle de kaplar.
Hazinede para kalmayınca, kim samur kürk getirirse onu makam sahibi yapar.
Yetmez, Yeniçeri’ye “samur kürk vergisi” koyar ama bu sonu olur.
Misal,
Boncuklu Deli İbrahim’in “Şekerpare”si…
Boncuklu,
cariyelerinden sıkılınca “İstanbul’un en şişman kadınını” ister, böylece bahtı
açılır, “gözde” olur. Ama bir süre sonra kendisine rüşvet almak bile yetmez,
adam tutup haraç toplamaya başlar. Sürgüne gittiğinde 16 sandık altını çıkınca
Boncuklu bile,“Hay kafir. Ekmek alacak akçem yok deyu yemin eder idi” diye
şaşırır.
Neyse…
Hani
bir “kıssa”da söylendiği gibi… Âlimin birine, “En iyi bildiğiniz şey nedir?”
diye sorduklarında, “Haddimi bilirim” demiş ya…
Açgözlülük,
insanın elindeki ile yetinmeyi bilmeyip, daha fazlası için uğraşması, doymak
bilmez bir iştahla her şeye saldırmasıdır.
“Freud”un
dediği gibi kısaca… “Ego, şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir”…
“İç” dediğin an, artık
kurutmadık ne çeşme bırakır ne de kaynak…