29 Mayıs 2016 Pazar


“ ‘İç’ dediysek, ‘Çeşmeyi kurut’ da demedik ya”…
“Adam”, Arapça “İnsanların atası, Adem, insanoğlu” demek…
Bu sözcük Arapçaya, İbranice “İnsan” anlamına gelen “Adham” sözcüğünden geçmiş.
Dinsel metinlere baktığımızda “Adem”, insanın başlangıcıdır…
İnsanın ortaya çıkışı ise bazı iyi şeyler yanında, her ne kadar suç “şeytan”ın da olsa tamahın, hırsın, açgözlülüğün ve haddini bilmemenin de ortaya çıkışıdır aslında...
Adem topraktan yaratılır, “yeme” dedikleri meyveyi yer ve kovulur Cennet’ten…
Başlar böylece kimilerinin“insani” bulduğu bazı duygu ve düşünceler…
Ardından “Habil ile Kabil” bu “insani” duyguları çeşitlendirir ve “Kabil öldürür Habil’i”…
Sorumlu “kıskançlık” dense de hırstır, tamahtır, haddini bilmemektir ana neden…
Efsanelere bakınca da değişmez durum…
Girit uygarlığının kralı Minos’un karısı, boğa başlı insan vücutlu bir canavar doğurur. Kral, “Daedalus” adlı mimarı çağırarak, canavarı hapsetmek için karışık yollar ve odalardan oluşan büyük bir kale yapmasını ister. Mimar ve oğlu “İkarus”, yaparlar kaleyi. Ancak bir adam, mimardan aldığı akılla kaleye girip canavarı öldürünce kral çok kızar ve mimar ile oğlunu kaleye hapseder. Mimar, kaleden kaçmak için balmumu ve kuşlardan dökülen tüylerle kanat yapar. Oğlunu, “güneşe de denize de yaklaşma, kanatların ya erir ya da nemlenir” diye uyarır ama dinlemez İkarus... Kaçmanın ve uçmanın verdiği coşku ile yaklaşır güneşe ve erir kanatlar…
Tarihe baktığımızda ise o kadar çoktur ki örnekler…
Misal, “Büyük İskender”…
Yeni yerler fethetmek için çıkar yola, sefer o kadar uzar ki adamları bile isyan eder. Ama o geri dönmeyi bilmediğinden, bir yerlerde hastalanarak genç yaşta ölür gider…
Misal, “Marcus Licinius Crassus”…
Julius Sezar’ın en ünlü generali ve ortağıdır. Roma’da ne zaman yangın çıksa hemen askerleriyle koşar, “bize satarsan söndürürüz” diyerek yok pahasına evi satın alır ve ondan sonra yangını söndürür. Kârı da Sezar’la kırışır…
Misal, “Papa 4.Sixtus”…
“Ölülerin ruhları bu af belgesi olmadan cennete gidemez” diyerek düzenlediği uyduruk belgeleri satar ve muazzam servet yapar…
Misal, “Express Dowager Cixi”…
Cariyeyken Çin İmparatoriçesi olur. Ordunun parasını kendine fildişi ziyafet kayığı, 150 kişilik yemek masası ve altın çöp şişler yaptırmak için harcar. 3 bin adet mücevher kutusu vardır ama ne kadar mücevheri olduğunu kimse bilemez…
Misal, “Imelda Marcos”…
Tek özelliği Filipin’i yöneten bir adamın eşi olmasıdır. Halk açlıktan kırılırken onun hiç giymediği 3 bin ayakkabısı vardır. Buna rağmen Newyork ve Roma’ya “alışverişe” giderken yanında 5 milyon dolar götürür…
Osmanlıda da vardı bunlardan bolca…
Misal “Kehle-i İkbal” yani “İkbal Biti Damat Rüstem Paşa”…
Osmanlıya devşirme olarak gelir, “cüzam” söylentisi, “bit araması” falan derken kader onu Kanuni’ye damat yapar. Ama o kaynana Hürrem’le bir olup rüşveti kurumsallaştırıp, devrinin Kanuni’den sonra en zengin adamı olur.
Misal, 4.Murat’ın “Müneccimbaşı’sı Hüseyin Efendi”…
Sıradan bir saatçi iken müneccimbaşılığa yükselen bu adam, tüm tayin ve azillerde yetkilidir. Kimden rüşvet almışsa “koltuğa” onu oturttuğu için serveti muazzamdır… Hatta “hediye getirmedi” diye Avusturya elçisini bile tehdit etmekten çekinmez…
Misal, 3.Mehmet’in “Hadımağası Hasan Paşa”…
Sarayda boşalan tüm makamları para karşılığı satar. Aldığı altınları doldurduğu Maraş işi sandıkların sayısını bilen bile yoktur.
Misal, Kösem Sultan ile kavgalı olan gelini Turhan Sultan’ın “Melekî Kalfa”sı…
Sultanla bir “görüştürme” için aldığı rüşvet bile korkunçtur.
Misal, “Boncuklu Deli İbrahim”…
Kaldığı kafeste “ha bugün, ha yarın” diye öldürülme korkusuyla kafayı yiyip, sonra kaderin cilvesi padişah olur. Balıklara altında atar, her yeri samur kürkle de kaplar. Hazinede para kalmayınca, kim samur kürk getirirse onu makam sahibi yapar. Yetmez, Yeniçeri’ye “samur kürk vergisi” koyar ama bu sonu olur.
Misal, Boncuklu Deli İbrahim’in “Şekerpare”si…
Boncuklu, cariyelerinden sıkılınca “İstanbul’un en şişman kadınını” ister, böylece bahtı açılır, “gözde” olur. Ama bir süre sonra kendisine rüşvet almak bile yetmez, adam tutup haraç toplamaya başlar. Sürgüne gittiğinde 16 sandık altını çıkınca Boncuklu bile,“Hay kafir. Ekmek alacak akçem yok deyu yemin eder idi” diye şaşırır.
Neyse…
Hani bir “kıssa”da söylendiği gibi… Âlimin birine, “En iyi bildiğiniz şey nedir?” diye sorduklarında, “Haddimi bilirim” demiş ya…
Açgözlülük, insanın elindeki ile yetinmeyi bilmeyip, daha fazlası için uğraşması, doymak bilmez bir iştahla her şeye saldırmasıdır.
“Freud”un dediği gibi kısaca… “Ego, şahlanmış bir at üzerindeki şövalye gibidir”…
“İç” dediğin an, artık kurutmadık ne çeşme bırakır ne de kaynak…