“Sular alçaldığında donsuz yüzen belli
olur”…
“Kral
Lear”…
İngiliz
oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılmış bir oyun.
Shakespeare’nin
1605 yılında yazdığı tahmin edilen bu oyun, yazarın en önemli trajedilerinden…
Uzun
süre Britanya’yı yönetmekten yorulur Kral Lear …
Yaşlanmıştır
da artık…
Topraklarını
üç kızı arasında paylaştırmayı düşünür.
Ama
nasıl paylaştıracaktır?
Verimli
toprakları, daha iyi yerleri hangi kızına vermelidir?
Kızlarını
sınava tabi tutar.
Der
ki, “Beni ne kadar seviyorsunuz söyleyin”…
Büyük
ve ortanca kızlar, “Gonereil” ve “Regan” atılırlar hemen,
Çok
hazırlıklılardır belki de…
Belki
de süslü laflar etmeyi iyi beceriyorlardır bilinmez…
Süslü
püslü, övgü dolu, ağdalı laflarla anlatırlar ki
“babalarını çok seviyorlar”…
“Yoluna
paspas olur, öl dese ölürler” falan…
İnanır
Kral, hoşuna gider, gururu okşanır söylenenlerden…
“Tamam”
der “kanıtladınız kendinizi…
Ama…
Kralın
en değerlisi olan en küçük kızı “Cordelia” cevap vermek istemez.
Böyle
bir sınavı saçma bulur hatta…
Gerçek
sevginin süslü laflarla anlatılamayacağına inanır çünkü… Der ki…
“Sinsiliğin
örttüğünü zaman açığa çıkarır, suçunu gizleyen gün gelir elbet utanır”…
Çok
sinirlenir Kral, kızını evlatlıktan reddeder…
Topraklarını
büyük ve ortanca iki kızı arasında bölüştürür...
Ama
bu yaşananlar, her şeyin başlangıcı olur…
İhanet
tüm krallığı sarar, ülkeyi paylaşan kızlar babalarına ihanet ederler…
Delirir,
aklını yitirir Lear, çok pişmandır artık…
Süslü
laflara kanmış, yüzüne gülen ama arkasından iş çeviren kızlarına inanıp, yüreği
iyilik ve sevgi ile dolu olan kızını reddetmiştir çünkü…
Makam,
mevki ve zenginlik uğruna iki kızı, ne kendine ne de kardeşlerine
acımamışlardır çünkü…
Kandırmışlardır
Lear’ı ama kanmıştır o da…
En
doğruları soytarısı söyler, doğruları söylemede üstüne yoktur soytarının…
“Lordlarla
büyük adamlardan bana sıra gelmiyor, oysa bu iş benim tekelimde olmalı. Ama
oldurmuyorlar. Hanımefendilerde öyle, soytarılığı bana bırakmıyorlar.
Beslerken
guguk kuşunu yuvanda, koparır elbet kafanı sonunda…
Ne
yapalım mum sönünce karanlıkta kaldık…” Böyle diyor soytarı…
Zaman
ne olursa olsun,
Mekan
neresi olursa olsun değişmemiş sinsilik, bel altı vuruş ve gizli iş yapmak…
Makam,
mevki, iktidar ya da zenginlik uğruna,
Çıkar
uğruna kısaca, kimse kimseye acımamış, acımıyor, acımayacak belki de…
“Gerçeğin
ortaya çıkmak gibi bir huyu olsa da”…
Canı
yanan yandığıyla kalıyor…
“Atı
alan Üsküdar’ı geçiyor” çünkü…
O
nedenle, pek de suların alçalmasını beklemeden,
Kim donsuz, kim
tehlikeli bilmekte ve bulmakta yarar var çünkü…