21 Mayıs 2016 Cumartesi


“Sular alçaldığında donsuz yüzen belli olur”…
“Kral Lear”…
İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılmış bir oyun.
Shakespeare’nin 1605 yılında yazdığı tahmin edilen bu oyun, yazarın en önemli trajedilerinden…
Uzun süre Britanya’yı yönetmekten yorulur Kral Lear …
Yaşlanmıştır da artık…
Topraklarını üç kızı arasında paylaştırmayı düşünür.
Ama nasıl paylaştıracaktır?
Verimli toprakları, daha iyi yerleri hangi kızına vermelidir?
Kızlarını sınava tabi tutar.
Der ki, “Beni ne kadar seviyorsunuz söyleyin”…
Büyük ve ortanca kızlar, “Gonereil” ve “Regan” atılırlar hemen,
Çok hazırlıklılardır belki de…
Belki de süslü laflar etmeyi iyi beceriyorlardır bilinmez…
Süslü püslü, övgü dolu, ağdalı laflarla anlatırlar ki  “babalarını çok seviyorlar”…
“Yoluna paspas olur, öl dese ölürler” falan…
İnanır Kral, hoşuna gider, gururu okşanır söylenenlerden…
“Tamam” der “kanıtladınız kendinizi…
Ama…
Kralın en değerlisi olan en küçük kızı “Cordelia” cevap vermek istemez.
Böyle bir sınavı saçma bulur hatta…
Gerçek sevginin süslü laflarla anlatılamayacağına inanır çünkü… Der ki…
“Sinsiliğin örttüğünü zaman açığa çıkarır, suçunu gizleyen gün gelir elbet utanır”…
Çok sinirlenir Kral, kızını evlatlıktan reddeder…
Topraklarını büyük ve ortanca iki kızı arasında bölüştürür...
Ama bu yaşananlar, her şeyin başlangıcı olur…
İhanet tüm krallığı sarar, ülkeyi paylaşan kızlar babalarına ihanet ederler…
Delirir, aklını yitirir Lear, çok pişmandır artık…
Süslü laflara kanmış, yüzüne gülen ama arkasından iş çeviren kızlarına inanıp, yüreği iyilik ve sevgi ile dolu olan kızını reddetmiştir çünkü…
Makam, mevki ve zenginlik uğruna iki kızı, ne kendine ne de kardeşlerine acımamışlardır çünkü…
Kandırmışlardır Lear’ı ama kanmıştır o da…
En doğruları soytarısı söyler, doğruları söylemede üstüne yoktur soytarının…
“Lordlarla büyük adamlardan bana sıra gelmiyor, oysa bu iş benim tekelimde olmalı. Ama oldurmuyorlar. Hanımefendilerde öyle, soytarılığı bana bırakmıyorlar.
Beslerken guguk kuşunu yuvanda, koparır elbet kafanı sonunda…
Ne yapalım mum sönünce karanlıkta kaldık…” Böyle diyor soytarı…
Zaman ne olursa olsun,
Mekan neresi olursa olsun değişmemiş sinsilik, bel altı vuruş ve gizli iş yapmak…
Makam, mevki, iktidar ya da zenginlik uğruna,
Çıkar uğruna kısaca, kimse kimseye acımamış, acımıyor, acımayacak belki de…
“Gerçeğin ortaya çıkmak gibi bir huyu olsa da”…
Canı yanan yandığıyla kalıyor…
“Atı alan Üsküdar’ı geçiyor” çünkü…
O nedenle, pek de suların alçalmasını beklemeden,
Kim donsuz, kim tehlikeli bilmekte ve bulmakta yarar var çünkü…