19 Mayıs 2016 Perşembe


“Goygoyculuk yapmak”…
Hicri takvime göre “Muharrem Ayı”nın başlangıcını belli eden hilal gökte görünür görünmez, eski İstanbul sokaklarını garip kıyafetli kafileler kaplar…
Kimilerine göre dilenci, kimilerine göre derviş ama hepsi engelli insanlar… Şehzadebaşı’nda “tabhane” ya da “tavhane” denilen vakıf binasında kalan ve çoğunluğu Anadolu’dan gelmiş görme ve kısmi yürüme engelli bu topluluk,
Muharrem ayının ilk gününden onuncu günü akşamına kadar  yani “aşure zamanı”, önlerine gözleri gören bir rehber alarak sokaklara dağılır, başlarındaki külahlara kırmızı beyaz yemeni sarar, sırtlarına beyaz ince bir cübbe, ayaklarına sarı pabuçlar giyer, ellerinde uzun bir değnek ile gezerler.
Hepsi bir öndekinin sol omzuna ya da değneğine tutunarak tek sıra ve birbirlerinin birer adım gerisinde yürüyen altışar kişilik bu gruplar, hem yiyecek ihtiyaçları ve hem de helva ve aşure yapmak için mahalle halkından buğday, nohut, pirinç, şeker, fasulye, kuru üzüm gibi erzaklar toplarlar.
Sokak sokak dolaşırken, peygamberin torunları Hasan ile Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmelerini konu alan mersiye, kaside ve ilahiler okurlar.
Mısra ve kıta sonlarında ise nakarat olarak topluca “Hey kaygulu canım” sözünü tekrar ederler. Ama belli bir ahenk ve makamla söylenen bu nakarat zamanla, “Ya hoy goy goy canım” nakaratına dönüşür.
Bu nakaratın “El hayyûl-Kayyûm” den dönüştüğü de  söylenir.
“Hoyhoycular” da denilen bu kafile, bir sokağın başına gelince halka olur ve durur.
Başlarındaki sesi gür rehber, “Allah Allah, bir Allah, kadim Allah, şüheda-i Kerbela… İmam Hasan ve Hüseyin aşkına, cemî-i embiya ve evliya keremine, cümle mertler ve cömertler demine, gelip geçmiş müminlerin ervahına, hû diyelim hû” şeklinde bir gülbank çeker, diğerleri de hep bir ağızdan “Hû” diye karşılık verir.
“Gülbank”,  düzenlenen törenlerde yeniçerilerin ya da dervişlerin hep bir ağızdan ve makamla okudukları dua, ilahi veya içilen ant demektir…
Evin kapısı açılıp para, aşure harcı veya erzak uzatıldığında artık okumaya devam edilmez ve duaya geçilir.
“Cenab-ı Hak evvel ab-ı kevserden sizlere de bizlere de kana kana içmeyi müyesser eyleye” diye dua edip ev sahibinin verdiği erzakı alırlar…
Sırtlarında iki gözlü heybeler taşır, topladıkları erzakları bu heybelere koyarlar. Ama bir düzen içinde koyarlar... Şöyle ki…
Kafilede birinci sıradaki kişinin heybesine yani ilk heybeye yağ, ikinci heybeye pirinç ve bulgur, üçüncü heybeye un, irmik, dördüncü heybeye şeker, sabun, beşinci heybeye fasulye, mercimek gibi bakliyat ve son heybeye de  tarhana, çay ve kahveyi koyarlar. En çok okudukları mersiyeler ise şunlardır…
“Kerbela’nın yazıları, şehit olmuş gazileri / Fatma ana kuzuları Hasan ile Hüseyin’dir.
Kerbela’nın ta içinde, nûr balkır siyah saçında /Yatır al kanlar içinde Hasan ile Hüseyin’dir / Ya hoy goy goy canım…”
Ya da…
“Hasan ile Hüseyin’e olan işlere / Gökte melek yerde can ağladı,
Görün görün yezidlerin halini / Bağladılar hep suların yolunu,
Soldurdular Fatma ana gülünü / Ya hoy goy goy canım…”
Yalnızca erzak değil, sadaka olarak para aldıkları da olur elbet…
Hatta fazla erzakı bazen pazarda sattıkları da olur. Ama topladıkları erzaklarla aşure pişirir, bu aşureden hem kendileri yer hem de başkalarına dağıtırlar.
Yılda on gün süren ve sadece İstanbul’a özgü bir adet olan “hoyhoy” ya da “goygoyculuğun”, 2.Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığı “hayırlı olay” demek olan 1826 tarihli “Vaka-i Hayriye” den sonra ortaya çıktığı sanılmaktadır.
1909 yılında 2.Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile de yasaklanmıştır.
Ama “Ya hoy goy goy canım” nakaratları unutulmayıp,
“Goygoyculuk yapmak” şeklinde deyime dönüşüp günümüze kadar ulaşmıştır…