“Goygoyculuk yapmak”…
Hicri
takvime göre “Muharrem Ayı”nın başlangıcını belli eden hilal gökte görünür
görünmez, eski İstanbul sokaklarını garip kıyafetli kafileler kaplar…
Kimilerine
göre dilenci, kimilerine göre derviş ama hepsi engelli insanlar…
Şehzadebaşı’nda “tabhane” ya da “tavhane” denilen vakıf binasında kalan ve
çoğunluğu Anadolu’dan gelmiş görme ve kısmi yürüme engelli bu topluluk,
Muharrem
ayının ilk gününden onuncu günü akşamına kadar
yani “aşure zamanı”, önlerine gözleri gören bir rehber alarak sokaklara
dağılır, başlarındaki külahlara kırmızı beyaz yemeni sarar, sırtlarına beyaz
ince bir cübbe, ayaklarına sarı pabuçlar giyer, ellerinde uzun bir değnek ile
gezerler.
Hepsi
bir öndekinin sol omzuna ya da değneğine tutunarak tek sıra ve birbirlerinin
birer adım gerisinde yürüyen altışar kişilik bu gruplar, hem yiyecek
ihtiyaçları ve hem de helva ve aşure yapmak için mahalle halkından buğday,
nohut, pirinç, şeker, fasulye, kuru üzüm gibi erzaklar toplarlar.
Sokak
sokak dolaşırken, peygamberin torunları Hasan ile Hüseyin’in Kerbela’da şehit
edilmelerini konu alan mersiye, kaside ve ilahiler okurlar.
Mısra
ve kıta sonlarında ise nakarat olarak topluca “Hey kaygulu canım” sözünü tekrar
ederler. Ama belli bir ahenk ve makamla söylenen bu nakarat zamanla, “Ya hoy
goy goy canım” nakaratına dönüşür.
Bu
nakaratın “El hayyûl-Kayyûm” den dönüştüğü de söylenir.
“Hoyhoycular”
da denilen bu kafile, bir sokağın başına gelince halka olur ve durur.
Başlarındaki
sesi gür rehber, “Allah Allah, bir Allah, kadim Allah, şüheda-i Kerbela… İmam
Hasan ve Hüseyin aşkına, cemî-i embiya ve evliya keremine, cümle mertler ve
cömertler demine, gelip geçmiş müminlerin ervahına, hû diyelim hû” şeklinde bir
gülbank çeker, diğerleri de hep bir ağızdan “Hû” diye karşılık verir.
“Gülbank”, düzenlenen törenlerde yeniçerilerin ya da
dervişlerin hep bir ağızdan ve makamla okudukları dua, ilahi veya içilen ant
demektir…
Evin
kapısı açılıp para, aşure harcı veya erzak uzatıldığında artık okumaya devam
edilmez ve duaya geçilir.
“Cenab-ı
Hak evvel ab-ı kevserden sizlere de bizlere de kana kana içmeyi müyesser
eyleye” diye dua edip ev sahibinin verdiği erzakı alırlar…
Sırtlarında
iki gözlü heybeler taşır, topladıkları erzakları bu heybelere koyarlar. Ama bir
düzen içinde koyarlar... Şöyle ki…
Kafilede
birinci sıradaki kişinin heybesine yani ilk heybeye yağ, ikinci heybeye pirinç
ve bulgur, üçüncü heybeye un, irmik, dördüncü heybeye şeker, sabun, beşinci heybeye
fasulye, mercimek gibi bakliyat ve son heybeye de tarhana, çay ve kahveyi koyarlar. En çok okudukları
mersiyeler ise şunlardır…
“Kerbela’nın
yazıları, şehit olmuş gazileri / Fatma ana kuzuları Hasan ile Hüseyin’dir.
Kerbela’nın
ta içinde, nûr balkır siyah saçında /Yatır al kanlar içinde Hasan ile
Hüseyin’dir / Ya hoy goy goy canım…”
Ya
da…
“Hasan
ile Hüseyin’e olan işlere / Gökte melek yerde can ağladı,
Görün
görün yezidlerin halini / Bağladılar hep suların yolunu,
Soldurdular
Fatma ana gülünü / Ya hoy goy goy canım…”
Yalnızca
erzak değil, sadaka olarak para aldıkları da olur elbet…
Hatta
fazla erzakı bazen pazarda sattıkları da olur. Ama topladıkları erzaklarla
aşure pişirir, bu aşureden hem kendileri yer hem de başkalarına dağıtırlar.
Yılda
on gün süren ve sadece İstanbul’a özgü bir adet olan “hoyhoy” ya da
“goygoyculuğun”, 2.Mahmut’un Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdığı “hayırlı olay” demek
olan 1826 tarihli “Vaka-i Hayriye” den sonra ortaya çıktığı sanılmaktadır.
1909
yılında 2.Meşrutiyet’in ilan edilmesi ile de yasaklanmıştır.
Ama
“Ya hoy goy goy canım” nakaratları unutulmayıp,
“Goygoyculuk yapmak”
şeklinde deyime dönüşüp günümüze kadar ulaşmıştır…