“Fiyasko”…
“Sırça”
ya da cam…
Soda
veya potasyumla karışmış silisli kumun, ateşte eritilmesiyle oluşan saydam ve
kırılgan bir maddedir cam…
Aynı
zamanda akışkandır da… Ama akış süresi o kadar uzundur ki bu akışı gözlemlemeye
insanın yaşam süresi yetmez.
Bu
akışı kendi göremediği içindir ki saydamlığın kaynağının “sıvı” özelliği
olduğunu bile düşünmeden, aslında sıvı olan bu maddeye “katı madde” demiş
insanoğlu…
Camı
ilk kimin bulduğu yolundaki bilgiler ise oldukça çeşitli…
“Fenikeliler
buldu” diyen de var, “Mısırlılar buldu” diyen de…
Misal,
Romalı yazar “Plinius”, camın bulunuşunu şöyle anlatır…
“…Rivayete
göre, Suriye’de Fenikeliler zamanında Prolemais kenti yakınlarındaki sahile güherçile
(potasyum nitrat) dolu bir gemi demir atar. Kıyıda ateş yakıp yemek yapmak
isteyen tayfalar, ocak kurmak için kıyıda taş bulamadıklarından, gemiden
getirdikleri güherçile blokları ile ocaklarını kurup ateşi yakarlar. Bir süre
sonra ocaktan o zamana değin bilinmeyen bir sıvı sızmaya başlar. Güherçile ile
karışan kum ateşte eriyince cam ortaya çıkmıştır…”
Camın
ne zaman bulunduğu kesin olarak bilinmese de Mısır, cam üretiminin önemli
merkezlerinden biri olmuş. Misal, bulunan en eski cam eşya M.Ö.15.yy.da yaşayan
Mısır Firavunu “Amenhotep”e ait “cam göz” denilen iri boncuklar…
İranlılar
içine kattıkları maddelerle camı daha da geliştirmiş, “cam üfleme yöntemi”ni
ise Suriyeli cam ustaları bulmuş...
Ama
bu yöntemi geliştiren de, camı zanaattan sanata dönüştüren de 10.yy.dan
itibaren Venedikliler olmuş…
Ancak
açık ocakların yangın tehlikesi doğurması nedeniyle 1291 tarihinde Venedik
Dükü, tüm fırınların kapatılmasını emretmiş.
Bunu
üzerine de fırınlar, denizin uzantısıyla Venedik’ten ayrılan, bir km uzaklıktaki
“Murano” adasına taşınmış ve bu ada, 19.yy. sonuna kadar camın merkezi olmuş…
Aynayı
buranın ustaları bulmuş, ilk gözlük camı, kristal burada bulunmuş…
Avizeler,
renkli cam eşyalar, altın yaldızlı ve mine işi bezemeler, ince ayaklı kadehler,
ince işçilik ürünü süslü şişeler hep burada yapılmış…
Rivayete
göre, o kadar özel kadehler yapılmaya başlanmış ki, içine tek damla zehir
konulsa kadeh parçalanıyormuş.
Elbette
bu da kralların, sultanların ilgisini pek çekmiş.
Yine
rivayete göre çok özel hançerler yapılırmış. Metal kılıf içindeki bu cam
hançerler, bir kere bedene saplandı mı kurtuluşu yokmuş… Çünkü jilet
keskinliğindeki cam, çok ince olduğundan saplandığı yerde kırılır, kurbanı
hemen öldürürmüş…
Cam
ustalarını elinden kaçırmaktan ve cam yapım sırlarının ortaya çıkmasından
korkan Büyük Konsül, cam ustalarına oldukça fazla ayrıcalıklar tanımış.
Ama
sayıları çok artan cam ustaları, yinede adadan kaçmış, Avrupa’ya göçmüşler…
Yakalananlar
ise çok büyük para cezaları yanında, kadırgalara zincirlenerek beş yıl kürek
çekmeye mahkum bile edilmişler…
Ve
yine bir rivayete göre, adadan kaçacağı düşünülen bir cam ustası olduğunda,
Meslek
sırları ortaya çıkmasın diye omuzlarına cam parçaları sokup kırıyorlarmış.
İşte
“fiyasko” sözcüğü de bu adada ortaya çıkmış…
İtalyanca
“bir tiyatro oyununun ‘gümlemesi’ “ gibi biraz argo sayılabilecek bir anlam
içeren “fiasco” sözcüğü, “defolu, hatalı, beğenilmeyen şişeler” içinde
kullanılmış.
Venedikli
cam ustaları, saraylar için yaptıkları zarif, süslü, değerli şişelerin üretimleri
sırasında en ufak bir hata bile olsa, beğenmeyip o şişeyi “fiasco” deyip,
sofralık şişeler içine ayırmışlar.
“Hatalı
üretim” demekmiş onlar için, artık sıradanmış, aleladeymiş çünkü…
Daha
sonraları ise “hatalı, hatalı üretim, basitçe ve emek harcanmadan, düzgün
olmayan” her türlü iş ve imalat için kullanılmaya başlanmış…
Oradan da dilimize
geçip, “bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç” anlamında kullanılmış.