22 Mayıs 2016 Pazar


“Fiyasko”…
“Sırça” ya da cam…
Soda veya potasyumla karışmış silisli kumun, ateşte eritilmesiyle oluşan saydam ve kırılgan bir maddedir cam…
Aynı zamanda akışkandır da… Ama akış süresi o kadar uzundur ki bu akışı gözlemlemeye insanın yaşam süresi yetmez.
Bu akışı kendi göremediği içindir ki saydamlığın kaynağının “sıvı” özelliği olduğunu bile düşünmeden, aslında sıvı olan bu maddeye “katı madde” demiş insanoğlu…
Camı ilk kimin bulduğu yolundaki bilgiler ise oldukça çeşitli…
“Fenikeliler buldu” diyen de var, “Mısırlılar buldu” diyen de…
Misal, Romalı yazar “Plinius”, camın bulunuşunu şöyle anlatır…
“…Rivayete göre, Suriye’de Fenikeliler zamanında Prolemais kenti yakınlarındaki sahile güherçile (potasyum nitrat) dolu bir gemi demir atar. Kıyıda ateş yakıp yemek yapmak isteyen tayfalar, ocak kurmak için kıyıda taş bulamadıklarından, gemiden getirdikleri güherçile blokları ile ocaklarını kurup ateşi yakarlar. Bir süre sonra ocaktan o zamana değin bilinmeyen bir sıvı sızmaya başlar. Güherçile ile karışan kum ateşte eriyince cam ortaya çıkmıştır…”
Camın ne zaman bulunduğu kesin olarak bilinmese de Mısır, cam üretiminin önemli merkezlerinden biri olmuş. Misal, bulunan en eski cam eşya M.Ö.15.yy.da yaşayan Mısır Firavunu “Amenhotep”e ait “cam göz” denilen iri boncuklar…
İranlılar içine kattıkları maddelerle camı daha da geliştirmiş, “cam üfleme yöntemi”ni ise Suriyeli cam ustaları bulmuş...
Ama bu yöntemi geliştiren de, camı zanaattan sanata dönüştüren de 10.yy.dan itibaren Venedikliler olmuş…
Ancak açık ocakların yangın tehlikesi doğurması nedeniyle 1291 tarihinde Venedik Dükü, tüm fırınların kapatılmasını emretmiş.
Bunu üzerine de fırınlar, denizin uzantısıyla Venedik’ten ayrılan, bir km uzaklıktaki “Murano” adasına taşınmış ve bu ada, 19.yy. sonuna kadar camın merkezi olmuş…
Aynayı buranın ustaları bulmuş, ilk gözlük camı, kristal burada bulunmuş…
Avizeler, renkli cam eşyalar, altın yaldızlı ve mine işi bezemeler, ince ayaklı kadehler, ince işçilik ürünü süslü şişeler hep burada yapılmış…
Rivayete göre, o kadar özel kadehler yapılmaya başlanmış ki, içine tek damla zehir konulsa kadeh parçalanıyormuş.
Elbette bu da kralların, sultanların ilgisini pek çekmiş.
Yine rivayete göre çok özel hançerler yapılırmış. Metal kılıf içindeki bu cam hançerler, bir kere bedene saplandı mı kurtuluşu yokmuş… Çünkü jilet keskinliğindeki cam, çok ince olduğundan saplandığı yerde kırılır, kurbanı hemen öldürürmüş…
Cam ustalarını elinden kaçırmaktan ve cam yapım sırlarının ortaya çıkmasından korkan Büyük Konsül, cam ustalarına oldukça fazla ayrıcalıklar tanımış.
Ama sayıları çok artan cam ustaları, yinede adadan kaçmış, Avrupa’ya göçmüşler…
Yakalananlar ise çok büyük para cezaları yanında, kadırgalara zincirlenerek beş yıl kürek çekmeye mahkum bile edilmişler…
Ve yine bir rivayete göre, adadan kaçacağı düşünülen bir cam ustası olduğunda,
Meslek sırları ortaya çıkmasın diye omuzlarına cam parçaları sokup kırıyorlarmış.
İşte “fiyasko” sözcüğü de bu adada ortaya çıkmış…
İtalyanca “bir tiyatro oyununun ‘gümlemesi’ “ gibi biraz argo sayılabilecek bir anlam içeren “fiasco” sözcüğü, “defolu, hatalı, beğenilmeyen şişeler” içinde kullanılmış.
Venedikli cam ustaları, saraylar için yaptıkları zarif, süslü, değerli şişelerin üretimleri sırasında en ufak bir hata bile olsa, beğenmeyip o şişeyi “fiasco” deyip, sofralık şişeler içine ayırmışlar.
“Hatalı üretim” demekmiş onlar için, artık sıradanmış, aleladeymiş çünkü…
Daha sonraları ise “hatalı, hatalı üretim, basitçe ve emek harcanmadan, düzgün olmayan” her türlü iş ve imalat için kullanılmaya başlanmış…
Oradan da dilimize geçip, “bir girişimde gülünç ve başarısız sonuç” anlamında kullanılmış.