“Bayır aşağı kavga olmaz, atta duran
var, duramayan var”…
Çeşitlemeleri
olsa da “El yumruğu yemeyen kendininkini Bozdoğan armudu sanır” diye bir atasözü vardır hani…
Eğer
teke tek, yeke yek yapılırsa mertçedir kavga, çıkar “paylaşır kozunu” hasımlar.
Ama
kalmadı böylesi artık. Köroğlu’nun dediği gibi,
“tüfek icat oldu mertlik bozuldu”.
Çok
eskiden “kabadayılar” vardı misal…
Şimdilerde
neyin ne olduğu, hangisinin kim olduğu birbirine karışsa da…
“Efendi
Kabadayılar”, “Tulumbacı Kabadayılar” ve “Külhanbeyleri” şeklinde bir sınıflandırma
var aralarında…
“Efendi
Kabadayı” denen esas kabadayılar, özellikle dürüst ve mahallelerinin koruyucusu
olanlardı. Kendilerine göre örf, adet, kural ve raconları olan bu adamlar, mahallede
oluşan sorunları çözmeye çalışır, kadınları ayak takımının tacizlerine karşı
korur, gençlerin kötü alışkanlıklarına engel olur, kendilerini övmez, zayıf ve
güçsüzleri korurlardı. Silah taşır ama kullanmayı sevmezlerdi. İşlerini ise genellikle
“Osmanlı tokadı” ve yumrukla çözerlerdi.
Giyinişleri
normal kimselerden pek farklı olmasa da tek fark, silahlarını ya da
“saldırma”larını gizlemek için omuzlarına attıkları ceketleriydi.
En
büyük korkuları ise kendilerine, aşağılayıcı saydıkları “külhanbeyi” denmesiydi…
Kabadayılar kendi aralarında anlaşmazlığa düşünce, sorunun çözümü için kadıya değil,
bir tür “hakem heyeti” olan yaşlı ve saygın kabadayılardan oluşan “racon kesme
heyeti”ne başvururlardı.
“Racon”
sözcüğü, dilimize 16.yy.da Venedikli denizciler sayesinde geçmiş bir sözcük.
“Hak,
hukuk, kural” demek olan “ragione” sözcüğünden geliyor…
Her
iki tarafı da dinleyen heyet, raconu keser ve verilen karar kesindir. Karara
iki taraf birden itiraz ederse, tek seçenek vardır, “ölümüne kavga”…
“Tulumbacı
Kabadayılar” ise yalnızca yangınlarda görünürlerdi... Onlar için“çatışma”, yalnızca tulumbacı
takımları arasındaki rekabet demekti… . İlk itfaiyecilerdi çünkü…
Kendilerine
has tavırları, argo dilleri, birbirine benzer kıyafetleri vardı….
Sıfır
kalıp, dar Beyoğlu Vişne Çürüğü fes, yakası büzme omuzdan ilikli mintan,
yenlerinin içi mor kadife kısa dar ceket, yün kuşak, bol pantolon, yumurta ökçe
ayakkabı ya da arkalığı ve ökçesi olmayan “şıpıdık” denen pabuç giyerlerdi…
Omuzlarında
saldırma ya da bellerinde kamaları vardı. Saçlarının tepesinde ve yanlarda
perçem bırakır, sık sık sol kollarını kıvırıp sonra fıskiye gibi tükürürlerdi…
“Külhanbeylik”
ise ilk olarak “Gedikpaşa” hamamında ortaya çıkan bir kavram...
İşsiz
takımı, hamamın ısınması için ateş yakılan bölüm olan “külhan”larda kalır, karşılığında
odun, kömür taşırlardı. Adlarını da hamam külhanından almışlardır.
Hamama
gelenlerin değerli eşyalarını çalıp, şikayet edeni de topluca saldırıp
dövmekten çekinmeyen külhanbeyleri, halkın gözünde, her türlü ahlaksızlığı
yapabilecek kişilerdi. Genellikle kimsesiz ve başıboş gençler olan
külhanbeyleri için “külhan”, anasız babasız olmanın tercih nedeni sayıldığı bir
tür okuldu. Belli bir yaşın altında olanların dışarıya tek başına çıkmaları
yasaktı. Yahudiler dışında herkesten her şey istemeleri, özellikle de ekabir
takımına sataşmaları serbestti.
Omuz
atmak, dirsek vurmak, laf atmak, sarkıntılık etmek günlük eğlenceleriydi.
Külhanbeyleri
cakalı şekilde boyun kırar, “levendane” denen “it adımı” ile “kabararak”
yürürlerdi... Bellerine sardıkları uzun şal kuşağın ucu, yürürken yerde sürünürdü…
Külhanbeyleri
geçmişte “ayak takımı” sayılırken, şimdi sözcük anlamı bile değişti…
Hepsi
birer kabadayı sayılıyor artık…
Bulundukları
yerden ya da kendilerinden, kendileri de emin değiller ki,
“Sen
benim kim olduğumu biliyor musun?” diyerek kendilerini sorguluyorlar sanki…
Ne
eşit şartlarda kavga kaldı, ne de rekabet…
Herkes
parasına, tanıdığına, arkasına güveniyor artık. Rakibinde bunlardan hiç biri
olmasa bile, yine de kendisinde olanları devreye sokmaktan çekinmiyor kimse…
Korkaklığın
tanımı gibiler kısaca…
Kimileri
de sırf “dayandıklarını yerleri” gösterebilmek için Osmanlı dönemi Arnavutları
gibi davranmaktan çekinmiyor… Hani “Arnavutlar, canları sıkılınca kuşaklarını
salarlarmış ki sırf biri bassında kavga çıksın diye”, bugünkülerde aynen öyle…
Hissettikleri
ise güven değil, kibir…
Kimin
kim olduğu ya attan ya da eşekten düşünce belli olacak…
Şimdilik devran
külhanbeylerinin kısacası…