“Divdala”…
Pireler
türüne göre 60 santime kadar zıplayabilirler…
Uzmanlar
bir deney yaparlar.
Pireleri
30 santim yüksekliğinde bir kavanoza koyar, üstünü cam bir kapakla kapatır ve
kavanozu alttan ısıtırlar.
Kavanoz
ısındıkça pireler kurtulmak için zıplamaya başlarlar. Ama her seferinde cam
kapağa hızla çarpar, sersemler ve kavanozun ısınan alt kısmına düşerler…
Ama
bir süre sonra kurtulamayacaklarına inanan pireler, cam kapağa çarpıp
sersemlememek için sadece 29 santim zıplamaya başlarlar.
Cam
kapak alınsa bile durum değişmez…
Pireler,
ağzı açık kavanoz içinde kurtulmayı asla düşünmeden zıplayıp dururlar…
Ama
bu durum sadece güçle ya da cüsseyle ilgili bir “kabulleniş” değildir…
Çünkü…
Hindistan’da
filleri küçükken, ayaklarından kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlar.
Yavru
fil, geceler ve gündüzler boyu tüm gücüyle kurtulmak için çabalar.
Ama olmaz,
gücü yetmez, başaramaz.
Çünkü
ne zinciri koparması, ne de o kazığı sökmesi olası değildir.
Aradan
zaman geçip fil zincire alıştığında, kazık yerinden çıkarılsa da fil sınırlar
içinde kalır, olduğu yerde döner durur…
Fil
büyüyüp yetişkin olduğunda da durum değişmez. Gücü, bağlı olduğu zincirin
onlarca katına ulaşsa da kaçmayı asla düşünemez…
1967
yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden Martin E.P.Seligman bu
duruma,“Öğrenilmiş Çaresizlik” demiş.
“Öğrenme
ve Korku” ilişkisini incelerken, İvan Pavlov’un “Klasik Koşullanma” deneyinden
keşfetmiş bu kavramı…
“Öğrenilmiş
çaresizlik”, kişinin bazı koşullarda gösterdiği çabalarının sonucu olarak çok
sayıda başarısızlık yaşaması durumunda, tekrar çabalasa da olayların kendi
kontrolünde olmadığını, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağını düşünüp
tekrar deneme cesaretini kaybetmesidir.
Yani
“ne zaman ki bir kişi, yaptığı şeylerin bir fark yaratmayacağına inanırsa,
hiçbir şey yapmamayı ve çaresizliği öğrenecektir.”
Koşullar
değişse de başarısızlığa olan inanç değişmez, “olumsuz şartlanma” dır kısacası…
Oysa…
Hayat,
bir denemeler ve yanılmalar silsilesidir, hataya dayanır pek çok şey…
Deneyim
ise o hatalardan doğrular üretebilme yetkinliğidir…
Peki
ya çaresizlik?
Çaresizlik,
çözüm yolu bulamama, var olan koşullar karşısında çözümsüz kalma duygusudur,
umutsuzluktur kısacası…
Özünde
güvensizlik, kendine olan güvenin yok olması vardır.
Oysa
çare, çözüm, deva, koşula ve kişiye özgüdür ve kişiden bağımsız değildir.
Çünkü
çok farklı deneme ve yanılmaların birleşimi olana hayat, kesin bir reçete
sunmaz hiçbir zaman. Uygulanan yöntemler ve başarıya ulaşmış çözümler bile,
bazen aynı sonuçları vermez çünkü…
Zaman
değişmiş, etkenler değişmiş, koşullar değişmiştir...
En
büyük kesinlikler bile aşınmıştır zamanla…
Kendi
çaremizi üretmek, bize uygun olanı bulmak ve başarmak yine bize düşer…
Çözüm
ise kişide gizlidir…
Çare
bizdedir…
Dr.Feldenkrais’in
dediği gibi…
“Amacımız,
imkansızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın yollarını
bulmaktır”…
Yani “divdala”lığın,
anlamı yoktur. Yararı ise zaten hiç yoktur…