16 Mayıs 2016 Pazartesi


“Divdala”…
Pireler türüne göre 60 santime kadar zıplayabilirler…
Uzmanlar bir deney yaparlar.
Pireleri 30 santim yüksekliğinde bir kavanoza koyar, üstünü cam bir kapakla kapatır ve kavanozu alttan ısıtırlar.
Kavanoz ısındıkça pireler kurtulmak için zıplamaya başlarlar. Ama her seferinde cam kapağa hızla çarpar, sersemler ve kavanozun ısınan alt kısmına düşerler…
Ama bir süre sonra kurtulamayacaklarına inanan pireler, cam kapağa çarpıp sersemlememek için sadece 29 santim zıplamaya başlarlar.
Cam kapak alınsa bile durum değişmez…
Pireler, ağzı açık kavanoz içinde kurtulmayı asla düşünmeden zıplayıp dururlar…
Ama bu durum sadece güçle ya da cüsseyle ilgili bir “kabulleniş” değildir…
Çünkü…
Hindistan’da filleri küçükken, ayaklarından kalın bir zincirle bir kazığa bağlarlar.
Yavru fil, geceler ve gündüzler boyu tüm gücüyle kurtulmak için çabalar.
Ama olmaz, gücü yetmez, başaramaz.
Çünkü ne zinciri koparması, ne de o kazığı sökmesi olası değildir.
Aradan zaman geçip fil zincire alıştığında, kazık yerinden çıkarılsa da fil sınırlar içinde kalır, olduğu yerde döner durur…
Fil büyüyüp yetişkin olduğunda da durum değişmez. Gücü, bağlı olduğu zincirin onlarca katına ulaşsa da kaçmayı asla düşünemez…
1967 yılında Pennsylvania Üniversitesi’nden Martin E.P.Seligman bu duruma,“Öğrenilmiş Çaresizlik” demiş.
“Öğrenme ve Korku” ilişkisini incelerken, İvan Pavlov’un “Klasik Koşullanma” deneyinden keşfetmiş bu kavramı…
“Öğrenilmiş çaresizlik”, kişinin bazı koşullarda gösterdiği çabalarının sonucu olarak çok sayıda başarısızlık yaşaması durumunda, tekrar çabalasa da olayların kendi kontrolünde olmadığını, o konuda bir daha asla başarıya ulaşamayacağını düşünüp tekrar deneme cesaretini kaybetmesidir.
Yani “ne zaman ki bir kişi, yaptığı şeylerin bir fark yaratmayacağına inanırsa, hiçbir şey yapmamayı ve çaresizliği öğrenecektir.”
Koşullar değişse de başarısızlığa olan inanç değişmez, “olumsuz şartlanma” dır kısacası… Oysa…
Hayat, bir denemeler ve yanılmalar silsilesidir, hataya dayanır pek çok şey…
Deneyim ise o hatalardan doğrular üretebilme yetkinliğidir…
Peki ya çaresizlik?
Çaresizlik, çözüm yolu bulamama, var olan koşullar karşısında çözümsüz kalma duygusudur, umutsuzluktur kısacası…
Özünde güvensizlik, kendine olan güvenin yok olması vardır.
Oysa çare, çözüm, deva, koşula ve kişiye özgüdür ve kişiden bağımsız değildir.
Çünkü çok farklı deneme ve yanılmaların birleşimi olana hayat, kesin bir reçete sunmaz hiçbir zaman. Uygulanan yöntemler ve başarıya ulaşmış çözümler bile, bazen aynı sonuçları vermez çünkü…
Zaman değişmiş, etkenler değişmiş, koşullar değişmiştir...
En büyük kesinlikler bile aşınmıştır zamanla…
Kendi çaremizi üretmek, bize uygun olanı bulmak ve başarmak yine bize düşer…
Çözüm ise kişide gizlidir…
Çare bizdedir…
Dr.Feldenkrais’in dediği gibi…
“Amacımız, imkansızı mümkün, mümkünü kolay, kolayı da zarif ve zevkli yapmanın yollarını bulmaktır”…
Yani “divdala”lığın, anlamı yoktur. Yararı ise zaten hiç yoktur…