“Yağma
Hasan’ın böreği”…
“Börek”
sözlüklerde, “ince açılmış hamurun ya da hazır yufkanın arasına çeşitli şeyler
konulup, türlü biçimler verildikten sonra yağda ya da fırında pişirilen hamur
işi” olarak açıklanan bir yiyecek türü…
“Börek”
sözcüğünün kökeni konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte sözcüğün,
Farsça
“hamur ve etle yapılan bir yiyecek, acem yahnisi veya salma veya buğra aşı,
üçgen böreği” anlamındaki “bûrak” sözcüğünden gelmiş olabileceği yönündedir.
Ancak
“Ebu Hayyan”ın 1312 tarihli “Kitabü’l İdrak-li Lisani’i Etrak” yani “Türklerin
Dilini Anlama Kitabı” adlı sözlüğünde, “börek/börük” sözcüğüne rastlanmaktadır.
Ayrıca
değişik kaynaklarda “börek” sözcüğünün Türkçe “burmak” fiilinden türemiş
olabileceği yanında, Türk hakanı Buğra Han tarafından veya onun adı ile
adlandırılmış olabileceğine ilişkin rivayetlerde vardır.
Genel
olarak “börek” dense de içine konan malzemeye, yapılış biçimine, şekline,
yapıldığı bölgeye göre değişik isimler alan bu yiyecek, sadece bizim
mutfağımıza özgü bir yiyecek değil, Ön Asya mutfağının da vazgeçilmezlerinden…
Kırgızlar,
Azeriler, Asya Türkmenleri, Tatarlar, Ruslar börek karşılığı olarak “pirog”,
İranlılar
“burek/burak”, Yunanlılar “bureki”, Bulgarlar “byurek”, İsrailliler “burekas”,
Arnavutlar “byrek”, Sırplar “burek”, Süryaniler “burek”, Ermeniler “byorek”
demişler.
Ayrıca
Yunanlıların “pita” ve Arnavutların “pite” dedikleri bir şey daha vardır ki
bizim kullandığımız “pide” ile aynı kökten gelmektedir.
Kolay
yenmesi nedeniyle İran kültüründe “Hızır Lokması” olarak da dillendirilen
“börek”, geçmişin bir tür “fast food”u…
Bu
nedenle ilk olarak ne zaman açıldıkları bilinmese de börekçi dükkanları hep
olmuş.“Yağma Hasan’ın böreği” deyimi de işte böyle bir börekçi dükkanı ürünü…
“Hakkı
olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından
herkesçe sömürülen kaynak” anlamındaki “yağma hasanın böreği” deyiminin ortaya
çıkışı konusunda iki farklı öykü, iki farklı bilgi var...
İlk
öykü şöyle…
Fatih
Sultan Mehmet 1481 yılında Gebze’de ölür…
Oğulları
2.Beyazıd ve Cem Sultan arasında baş gösteren iktidar kavgası nedeniyle,
ortalık ciddi karışır. Yeniçeriler arasında Beyazıd pek sevilmediğinden ve
istenmediğinden isyanlar çıkar.
Yeniçeriler
önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı parçalayıp konağını
yağmalar ve İstanbul sokaklarına dağılırlar…
Şehirde
ne kadar zengin konağı varsa yağmalayıp talan ederler…
Kimse
ne canından ne de malından emin olamaz…
Bu
sırada “Hasan” adlı eski bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkanına da
dalarlar…
Her
şeyi talan edip yağmalar ve ne varsa yerler.
Ama
sonra dükkan sahibinin eski bir yeniçeri olduğunu öğrenince çok üzülür ve
“Oldu
bir kere, yağma, Hasan’ın böreğinedir” deyip çıkıp giderler…
Kaynakların
daha “kesin”bulduğu ve üzerinde anlaşmaya vardığı ikinci öykü ya da bilgi ise
daha yakın tarihli…
1940’lı
yıllarda İstanbul’un Karaköy semtinde “Karaköy Börekçisi” adıyla bir börekçi
dükkanı açılır. Dükkanın sahibi, “Çeyrekzade Hasan Efendi”dir…
Yani
ünlü operacı Leyla Gencer ve modacı Cemil İpekçi’nin dedeleri,
Tiyatrocu
Engin Cezzar’ın da kuzen tarafından akrabası olan “Hasan Dede”…
Hasan
Dede, Bektaşi inancına sıkı sıkıya bağlı bir esnaf, bir ahi aslında…
İşte
bu inancı gereği de…
Ekmeğin
karneyle verildiği savaş günlerinde,
Kapı
önüne tezgah kurarak, böreklerini bu tezgahın üzerine bırakırmış…
Bırakırmış
ki ihtiyacı olan, aç olan, gelip geçen bedava alsın…
Eh
gelen geçende bedava bulunca börekleri adeta yağmaladığından…
“Yağma Hasan’ın böreği”
deyimi dilimize yerleşip kalmış…