7 Mayıs 2016 Cumartesi


“Yağma Hasan’ın böreği”…
“Börek” sözlüklerde, “ince açılmış hamurun ya da hazır yufkanın arasına çeşitli şeyler konulup, türlü biçimler verildikten sonra yağda ya da fırında pişirilen hamur işi” olarak açıklanan bir yiyecek türü…
“Börek” sözcüğünün kökeni konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte sözcüğün,
Farsça “hamur ve etle yapılan bir yiyecek, acem yahnisi veya salma veya buğra aşı, üçgen böreği” anlamındaki “bûrak” sözcüğünden gelmiş olabileceği yönündedir.
Ancak “Ebu Hayyan”ın 1312 tarihli “Kitabü’l İdrak-li Lisani’i Etrak” yani “Türklerin Dilini Anlama Kitabı” adlı sözlüğünde, “börek/börük” sözcüğüne rastlanmaktadır.
Ayrıca değişik kaynaklarda “börek” sözcüğünün Türkçe “burmak” fiilinden türemiş olabileceği yanında, Türk hakanı Buğra Han tarafından veya onun adı ile adlandırılmış olabileceğine ilişkin rivayetlerde vardır.
Genel olarak “börek” dense de içine konan malzemeye, yapılış biçimine, şekline, yapıldığı bölgeye göre değişik isimler alan bu yiyecek, sadece bizim mutfağımıza özgü bir yiyecek değil, Ön Asya mutfağının da vazgeçilmezlerinden…
Kırgızlar, Azeriler, Asya Türkmenleri, Tatarlar, Ruslar börek karşılığı olarak “pirog”,
İranlılar “burek/burak”, Yunanlılar “bureki”, Bulgarlar “byurek”, İsrailliler “burekas”, Arnavutlar “byrek”, Sırplar “burek”, Süryaniler “burek”, Ermeniler “byorek” demişler.
Ayrıca Yunanlıların “pita” ve Arnavutların “pite” dedikleri bir şey daha vardır ki bizim kullandığımız “pide” ile aynı kökten gelmektedir.
Kolay yenmesi nedeniyle İran kültüründe “Hızır Lokması” olarak da dillendirilen “börek”, geçmişin bir tür “fast food”u…
Bu nedenle ilk olarak ne zaman açıldıkları bilinmese de börekçi dükkanları hep olmuş.“Yağma Hasan’ın böreği” deyimi de işte böyle bir börekçi dükkanı ürünü…
“Hakkı olanın da olmayanın da kolayca yararlandığı, kimsenin korumadığı, her yanından herkesçe sömürülen kaynak” anlamındaki “yağma hasanın böreği” deyiminin ortaya çıkışı konusunda iki farklı öykü, iki farklı bilgi var...
İlk öykü şöyle…
Fatih Sultan Mehmet 1481 yılında Gebze’de ölür…
Oğulları 2.Beyazıd ve Cem Sultan arasında baş gösteren iktidar kavgası nedeniyle, ortalık ciddi karışır. Yeniçeriler arasında Beyazıd pek sevilmediğinden ve istenmediğinden isyanlar çıkar.
Yeniçeriler önce kendilerini aldatan sadrazam Karamani Mehmet Paşa’yı parçalayıp konağını yağmalar ve İstanbul sokaklarına dağılırlar…
Şehirde ne kadar zengin konağı varsa yağmalayıp talan ederler…
Kimse ne canından ne de malından emin olamaz…
Bu sırada “Hasan” adlı eski bir yeniçerinin işlettiği börekçi dükkanına da dalarlar…
Her şeyi talan edip yağmalar ve ne varsa yerler.
Ama sonra dükkan sahibinin eski bir yeniçeri olduğunu öğrenince çok üzülür ve
“Oldu bir kere, yağma, Hasan’ın böreğinedir” deyip çıkıp giderler…
Kaynakların daha “kesin”bulduğu ve üzerinde anlaşmaya vardığı ikinci öykü ya da bilgi ise daha yakın tarihli…
1940’lı yıllarda İstanbul’un Karaköy semtinde “Karaköy Börekçisi” adıyla bir börekçi dükkanı açılır. Dükkanın sahibi, “Çeyrekzade Hasan Efendi”dir…
Yani ünlü operacı Leyla Gencer ve modacı Cemil İpekçi’nin dedeleri,
Tiyatrocu Engin Cezzar’ın da kuzen tarafından akrabası olan “Hasan Dede”…
Hasan Dede, Bektaşi inancına sıkı sıkıya bağlı bir esnaf, bir ahi aslında…
İşte bu inancı gereği de…
Ekmeğin karneyle verildiği savaş günlerinde,
Kapı önüne tezgah kurarak, böreklerini bu tezgahın üzerine bırakırmış…
Bırakırmış ki ihtiyacı olan, aç olan, gelip geçen bedava alsın…
Eh gelen geçende bedava bulunca börekleri adeta yağmaladığından…
“Yağma Hasan’ın böreği” deyimi dilimize yerleşip kalmış…