"Tay gelmek"...
Zordur
eskiden kadının dul kalması…
Ne
ekonomik gücü vardır, ne de “çevrenin verdiği rahatsızlığa” dayanacak gücü.
Bir
zamanlar yakın olan arkadaşları bile uzaklaşır kendinden. Kendileri için,
evlilikleri için, “koca”ları için tehlike görürler nedense…
Yok
sayarlar, görünmez kılarlar kendilerince...
Oysa
rahat bıraksalar, tüm zorluklara direnecektir belki de kadın…
Ama düne kadar “bacı” ya da “yenge” diyenler,
bugün “bıyık burar” olmuştur artık.
Başka
umarı kalmaz kadının. Diğer zorluklar neyse ama en azından toplumda yine “var
olabilmek” için, arkadaşları yanında “görünür olabilmek” için “he” der birine.
Öyle
“gönlünün düşmesini” falan da beklemez hiç…
Sonrası…
Sonrası
da çocuk için zordur.
Babasız
ya da annesiz kalmanın zorluğundan sonra, tanımadığı birisine “baba” ya da
“anne” diyebilmenin zorluğu vardır öncelikle.
Zordur
“tay gelmek”…
Bilirim
zorluklarını, dinledim, izledim yıllarca…
Çünkü
iki “karındaşım”, iki ağabeyim vardı
“tay gelen”...
Yirmili
yaşların başında iki çocukla dul kalmış rahmetli annem…
Yakın
arkadaşlardan soğukluk, etraftan bir sürü rezillik…
Rahmetli
babam çıkıp gelmiş başka bir köyden, çalışmak için…
O da
aynı yaşlarda…
Annemi
görmüş, gönlü düşmüş. “Dul” demişler,
“olsun” demiş…
Babam
bekar, ilk evliliği…
O da
yetim büyümüş, ne evlilik nedir biliyor, ne “nasıl baba olunur”u…
Ne
de şimdikilerin deyişiyle çocuk için bir “hazırlığı” var…
Ama
birden yanında iki çocuk…
Ne
sevmeyi biliyor, ne de nasıl davranılacağını…
Ağabeylerim
için ise…
Yanlarında
tanımadıkları bir yabancı…
“Baba”
deseler, babaları değil, demeseler olmuyor…
Otururken
de çekiniyorlar, kalkarken de…
“Acaba
ekmeği biraz fazla yeseler, baba kızar mı?”
Bilmiyorlar…
Küçük
ağabeyim “bebek” olduğundan kolay atlatmış belki ama…
Büyük
ağabeyim, ben bildim bileli hep zorlandı “baba” demek için…
Işıklarda
yatsınlar, şimdi yine beraberler hepsi…
Ama
yine de zordur “tay gelmek”…