3 Şubat 2016 Çarşamba



"Dulda"...
Çocukluğumda rahmetli dedem çobanlık yapardı…
Aslında babamın “babalığı” idi…
“Karabakla” idi lakabı…
Ufak tefek, güneşten kavrulmuş bir adamcağız…
O nedenle takmışlardı o lakabı.
Yaz tatillerinde tam gün,
Okul zamanı “sabahçı/öğlenci” durumuma göre yarım gün yardım ederdim kendisine.
Sincan’ın ineklerini güderdik beraberce…
Sabah inekleri alır, Sincan’ın etrafındaki tepelere çıkar, akşam da geri getirirdik.
Sabah kadınlar “toplanma yeri”ne inekleri getirir, bize bırakırlardı.
Ama gidemezlerdi geri evlerine…
Çünkü eş dost, arkadaş hepsi orada görüşür,
İnceden başlayan sohbet, derin konulara yelken açardı…
“Hemencecik biter” sandıkları sohbet uzayınca,
Güneş ve rüzgar rahatsız ederdi kendilerini…
O zaman sığınacak, korunacak bir dulda arar,
 “Şu duldaya ge gız, oturam eccik” diyerek,
Gözlerine kestirdikleri en iyi yeri kaparlardı hemen…
Onları güneş değmesinden, rüzgar esmesinden koruyacak yeri bulunca,
Hele bir de taş ya da ağaç parçası varsa oturacak,
Sohbetin de tadına doyum olmazdı.
Ki biz akşam inekleri getirdiğimizde,
Halen oturur olurlardı çoğu zaman…