"Dingonun ahırı"...
“Hoop
bi dakka kardeşim, dingonun ahırı mı burası?”…
Bu
sözü çok duymuş, belki de oldukça çok kullanmışızdır…
“Giren
çıkanın belli olmadığı” anlarda yergi,
“İzin
almadan girip çıkmak isteyenlere” karşı da bir uyarı gibidir aslında…
Günlük
yaşamın tam da göbeğine yerleşmiş bir deyimdir “dingonun ahırı”…
Ama
ya öyküsü?
İşte
o unutulmuş, bilinirliği deyimin gerisinde kalmıştır.
Ancak
deyimin öyküsüne geçmeden şu kısa bilgi gereklidir sanırım…
“Toplu
Taşıma” ilk olarak İngiltere’de atlı arabalarla başlamış ama arabacılar toprak,
çamur yollarda “kolay sürüş” için hep tekerlerin açtığı izleri takip
etmişlerdir. Böyle olunca da arabalar da büyüse, çeken atlar da çoğalsa, ilk
arabalarda kullanılan “karşılıklı iki teker arasındaki açıklık” değişmemiş,
araba yapımında hep bu ölçü kullanılmıştır.
Araçlar
raylara taşındığında ise bu ölçüler yine aynı kalmıştır. Aslında günümüzün tren
tekerlerinin açıklığı bile ilk arabaların teker açıklığı ile aynıdır…
Şimdi
gelelim “Dingo’nun Ahırı”na…
İstanbul’da
“toplu taşıma” için atlı tramvaylar, ilk olarak 1871 yılında hizmete girmiş…
Hatta
şehrin yokuş bölgelerinde “tek katlı”, düz ve eğimsiz bölgelerinde ise “çift
katlı” olarak hizmet vermiş atlı tramvaylar…
Tramvaylara
çift at “koşulur”, ancak yokuş başına gelindiğinde yakındaki ahırlarda yedek
bekletilen atlardan bir çift at daha tramvaya bağlanarak yokuş çıkılırmış…
Şişhane
yokuşu, bu belalı yokuşlardan biri olduğundan, “Azapkapı” da bekletilen yedek
atlar tramvaya bağlanırmış…
Tramvay
bu şekilde Taksim’e kadar gelir, yorgun atlar çıkartılarak,
Taksim
alanının batı bölgesinde, günümüzde Sular İdaresi ile Fransız Konsolosluğu
arasındaki yerde bulunan “Dersaadet Şirketi”ne ait ahırda dinlendirilirmiş…
Ahırın
kahyası ise “Dingo” adlı ihtiyar bir Rum vatandaşmış…
İçkiye
oldukça düşkün olan Dingo ağa, sık sık ahırı terk edip, meyhaneye gider,
Sızana
kadar içip, işinin başına ancak ertesi gün gelebilirmiş…
Bu
nedenle tramvaya at tedarik etmekle görevli seyisler, ahıra diledikleri girip
çıkar, yedeğe bırakılmış yorgun atları yemlenmeye bırakır, dinlenmiş olan
atları ise yokuşu tırmanacak tramvaya bağlamak amacıyla ahırdan alırlarmış…
Gün
içinde seyislerin at almak için sürekli girip çıktıkları, sorumlusu ahırda
durmadığından kayıt tutmak ya da izin almak gerekliliği duymadıkları, girenin
çıkanın belli olmadığı ya da her önüne gelenin girip çıkabildiği bir yer
durumuna gelmesi nedeniyle ahırın “ünü” İstanbullular arasında yayılmış…
“Gireni
çıkanı belli olmayan dingo ağanın ahırı benzeri” sözü, Sonrasında
“dingonun ahırı” deyimi olarak günümüze kadar gelmiş…