"Balık kavağa çıkınca"...
Günümüzde
bazı türler neredeyse tükenmiş olsa da…
İstanbul
suları, öteden beri balık çeşitlerinin çokluğu ile ünlüdür.
Farklı
özellikte iki denizi birleştiriyor olması, bu çeşitliliğin ve bolluğun ana
nedenini oluşturur. Misal…
10
Şubat 1934 tarihinde İstanbul Boğazı’nda gerçekleşen balık akını, öylesine
büyük olmuş, boğazı öylesine balık kaplamış ki insanlar neredeyse elleriyle
balık avlamışlar.
Hatta
lüferin kilosu 4 kuruşa kadar düşmüş…
Neyse,
biz öykümüze dönelim…
Boğazda
balık çok olsa da balıkçılar şimdiki gibi olanaklara sahip olmadıklarından,
“Rast
gele” diyerek kayıkları ile açılabildikleri kadar açılır,
Mevsimine
göre kısmetlerine ne çıkarsa, kayıklarına doldurur, evlerine dönerlermiş…
Yakaladıkları
balıkları da şimdilerde İstanbul Ticaret Odası ve Galata Köprüsü arasındaki bölgede
bulunan “Yemiş İskelesi” ile birkaç yerde bulunan balık pazarlarına getirip
satarlarmış…
Ama
doğal olarak bu satışta, ticaretin değişmez kuralı egemenmiş…
Yani
“arz – talep kuralı”…
Çünkü
yakalanan balıklar satılırken, balığın bolluk durumuna göre,
Önce
bu pazarlara yakın mahalle ve semtlerden başlanır,
Balık
çoğaldıkça ve yakın semtlerde oturanların balığa olan ilgileri azaldıkça,
Balıklar
daha uzak olan semtlere götürülüp satılırmış…
İstanbul
Boğazı’nın Karadeniz’e açılan noktasında bulunan iki semti,
“Rumeli
Kavağı” ve “Anadolu Kavağı” ,
Şimdiler
de balık ve midyenin merkezi sayılsalar da…
Her
yer balık lokantalarından geçilmese de…
O
zamanlar bu açıdan oldukça şanssızlarmış…
Çünkü…
Hem
en uzak semtler sayılıyor,
Hem
de çok rüzgarlı ve kuvvetli akıntıların olduğu bölgeler olduğundan,
Balık
avlamak neredeyse olanaksızmış…
O
semtlerde oturanların balık yiyebilmeleri için,
Balığın
bollaşması ya da diğer semtlerin balığa olan ilgisinin azalması gerekiyormuş.
Balığın
bol çıktığı zamanlarda Tophane’den Rumeli Kavağı’na, Üsküdar’dan da Anadolu
Kavağı’na kayık veya atlı arabalarla balık götürülüp satılırmış…
Ancak
bunun yararı da yok değilmiş hani…
Çünkü
balık onlara gelene kadar oldukça ucuzluyormuş…
Balığın
bol olmadığı zamanlarda, balığı daha ucuza alabilmek için pazarlık eden
müşterilere balıkçılar hep benzer yanıtlar verirlermiş…
“Valla
hemşerim, biz o paraya ancak balık kavağa çıkınca satıyoruz”…
Ya
da…
“Ooo,
senin söylediğin fiyat, ancak balık kavağa çıkınca olur”…
Ancak…
“Bazı
şeylerin olabilmesi için uygun zamanın gelmesi gerekli” anlamında ki bu söz,
Ortaya
çıkış öyküsü unutulunca,
İçinde
geçen “kavak” sözcüğü “kavak ağacı” sanılınca, “balığın ağaca tırmanması” gibi
bir absürtlüğü akla getirmiş ve “gerçekleşmesi olanaksız işler, istekler”
anlamında kullanılır olmuştur…