24 Şubat 2016 Çarşamba


"Balık kavağa çıkınca"...
Günümüzde bazı türler neredeyse tükenmiş olsa da…
İstanbul suları, öteden beri balık çeşitlerinin çokluğu ile ünlüdür.
Farklı özellikte iki denizi birleştiriyor olması, bu çeşitliliğin ve bolluğun ana nedenini oluşturur.  Misal…
10 Şubat 1934 tarihinde İstanbul Boğazı’nda gerçekleşen balık akını, öylesine büyük olmuş, boğazı öylesine balık kaplamış ki insanlar neredeyse elleriyle balık avlamışlar.
Hatta lüferin kilosu 4 kuruşa kadar düşmüş…
Neyse, biz öykümüze dönelim…
Boğazda balık çok olsa da balıkçılar şimdiki gibi olanaklara sahip olmadıklarından,
“Rast gele” diyerek kayıkları ile açılabildikleri kadar açılır,
Mevsimine göre kısmetlerine ne çıkarsa, kayıklarına doldurur, evlerine dönerlermiş…
Yakaladıkları balıkları da şimdilerde İstanbul Ticaret Odası ve Galata Köprüsü arasındaki bölgede bulunan “Yemiş İskelesi” ile birkaç yerde bulunan balık pazarlarına getirip satarlarmış…
Ama doğal olarak bu satışta, ticaretin değişmez kuralı egemenmiş…
Yani “arz – talep kuralı”…
Çünkü yakalanan balıklar satılırken, balığın bolluk durumuna göre,
Önce bu pazarlara yakın mahalle ve semtlerden başlanır,
Balık çoğaldıkça ve yakın semtlerde oturanların balığa olan ilgileri azaldıkça,
Balıklar daha uzak olan semtlere götürülüp satılırmış…
İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açılan noktasında bulunan iki semti,
“Rumeli Kavağı” ve “Anadolu Kavağı” ,
Şimdiler de balık ve midyenin merkezi sayılsalar da…
Her yer balık lokantalarından geçilmese de…
O zamanlar bu açıdan oldukça şanssızlarmış…
Çünkü…
Hem en uzak semtler sayılıyor,
Hem de çok rüzgarlı ve kuvvetli akıntıların olduğu bölgeler olduğundan,
Balık avlamak neredeyse olanaksızmış…
O semtlerde oturanların balık yiyebilmeleri için,
Balığın bollaşması ya da diğer semtlerin balığa olan ilgisinin azalması gerekiyormuş.
Balığın bol çıktığı zamanlarda Tophane’den Rumeli Kavağı’na, Üsküdar’dan da Anadolu Kavağı’na kayık veya atlı arabalarla balık götürülüp satılırmış…
Ancak bunun yararı da yok değilmiş hani…
Çünkü balık onlara gelene kadar oldukça ucuzluyormuş…
Balığın bol olmadığı zamanlarda, balığı daha ucuza alabilmek için pazarlık eden müşterilere balıkçılar hep benzer yanıtlar verirlermiş…
“Valla hemşerim, biz o paraya ancak balık kavağa çıkınca satıyoruz”…
Ya da…
“Ooo, senin söylediğin fiyat, ancak balık kavağa çıkınca olur”…
Ancak…
“Bazı şeylerin olabilmesi için uygun zamanın gelmesi gerekli” anlamında ki bu söz,
Ortaya çıkış öyküsü unutulunca,
İçinde geçen “kavak” sözcüğü “kavak ağacı” sanılınca, “balığın ağaca tırmanması” gibi bir absürtlüğü akla getirmiş ve “gerçekleşmesi olanaksız işler, istekler” anlamında kullanılır olmuştur…