4 Nisan 2016 Pazartesi


“Üsküdar’da sabah oldu”…
Tarihsel değeri olan çok önemli camilerin ev sahibidir İstanbul.
Ya bir padişah ya da bir hanedan üyesi adına yaptırılan bu camilerden,  tarihi semtlerin hemen hepsinde olduğu gibi Üsküdar’da da vardır bolca…
Misal “Yeni Valide Sultan” ve “Mihrimah Sultan” camileri…
Yeni Valide Sultan Camii, “Avcı Mehmet” olarak bilinen padişah IV.Mehmet’in eşi, “Gazi Mustafa” olarak bilinen II.Mustafa ve “Lale Devri” padişahı III.Ahmet’in anneleri, “Emetullan Rabia Gülnuş Valide Sultan” tarafından Üsküdar’da “İskele Meydanı” denen bölgede yaptırılmış.
“Emetullan Rabia Gülnuş Sultan” Girit’te doğmuş, asıl adı “Eugenia Voria”…
“Deli Hüseyin Paşa”, Girit’te “Resmo” yu fethedince, kendisini esir olarak getirir ve saraya hediye eder. Sonrası zaten malum…
Mihrimah Sultan Camii ise Kanuni tarafından, Hürrem’den olan kızı “Mihrimah Sultan” için yine Üsküdar İskele Meydanı’nda yaptırılmış…
Mimar Sinan’ın erken dönem eselerinden olan bu caminin, bir rivayete göre Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan’a duyduğu aşkın ürünü olduğu da söylenir. Şöyle anlatılır…
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı olarak dünyaya gelen Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde, iki aday çıkar. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa, diğeri Mimar Sinan…
Ama Mimar Sinan evli ve 50 yaşında olduğundan olsa gerek,  Mihrimah’ı, Hürrem’in girişim ya da baskıları sonucu, tüm tarihsel kayıtlarda “entrikacı ve rüşvetçi” olarak geçen Rüstem Paşa’yla evlendirirler.
Koca Sinan kızla evlenemez belki ama içinde yanan sevda ateşini de söndüremez…
Gün gelip Kanuni kızı için bir cami yapılmasını ama yerini Sinan’ın seçmesini istediğinde de Üsküdar’da bulunan bu yeri seçer.
Rivayete göre de Sinan, Mihrimah’a duyduğu bu büyük aşkı eserine yansıtır. 
Derler ki, Mimar Sinan içinde yaşattığı aşkı anlatmak için, Mihrimah Sultan’ın eşi Rüstem Paşa için yaptığı camiyi, oldukça süslü ama bir o kadar da karanlık yaparken, Mihrimah Sultan için yaptığı camiyi ise oldukça sade, bir o kadar aydınlık yapar. Ve yine derler ki…
Mimar Sinan, Mihrimah Sultan için Edirnekapı’da da bir cami yapmıştır. Nisan ve Mayıs aylarında yüksek bir tepeden bakıldığında, sabah saatlerinde Üsküdar’daki caminin minareleri arasından güneş doğuşu, gece ise Edirnekapı’daki caminin minareleri arasından ayın doğuşu izlenir…
Çünkü Mihrimah, “Güneş ve Ay” demektir…
Şimdi gelelim deyimimize…
Deyimin öyküsünden anlaşılacağı üzere belli ki deyim, Abdülhamit dönemi veya sonrasının ürünü. Çünkü padişah Beşiktaş’ta bulunan “Yıldız Sarayı”nda yaşıyor…
Devlet idaresinde yükselebilmek o padişahın iki dudağı arasında ve yükselmekse herkesin içinde ukde. Herkes padişaha ulaşmaya ya da sesini duyurmaya çalışıyor.
Elbette ki Üsküdar’da bulunan Yeni Valide Sultan ve Mihrimah Sultan camilerinin müezzinleri de… Avazları güçlü, sesleri gür ve güzel olan müezzinlerde karşı sahilde yaşayan padişaha seslerini duyurmak, onun dikkatini çekmek, ihsan koparmak ya da saray müezzinliğine tayin olmak isterler.
Bunun yolunun da, günlük koşuşturma, kalabalık ve gürültüsünden uzak, sabahın en erken saatinden geçtiğini düşünmüş olacaklar ki sabah erkenden kalkar, Beşiktaş’ta bulunan camilerin müezzinleri sabah ezanını okumaya başlamadan,  sabah ezanını okurlarmış. Sabah ezanını duyan halk ve esnaf uyanır, diğerlerini de uyandırırlarmış.
Uykusu ağır ya da tatlı uyanmak istemeyen olursa da söylenen söz belliymiş…
“Duymuyor musun, dinle bak, Üsküdar’da sabah oldu” derlermiş…
İşte bu söz, deyim olup günümüze kadar gelmiş…