6 Nisan 2016 Çarşamba


“Bizim eşek eve gelecek ya, mahallenin piçleri halına goysa”…
“Sorgulanmayan hayat, hayat değildir” der Sokrates.
Ama sorgulamak için düşünmek ve sorumluluk almak gerekli…
Yani en sevilmeyen şeyleri yapmak, bu işin olmazsa olmazı...
Oysa başkalarından akıl almak,
Söylediğini kabullenmek çok daha kolay kimileri için.
Belki de yapılmaya çalışılan şey, sorumluluğu başkasına yıkma çabası…
Ama ya “konu”, kendi yaşamımızı ilgilendiren bir konuysa?
Olsun…
Yine de değişmiyor.
“Bilmiyorum” demiyoruz artık, “deneyimim yok” demiyoruz.
“Aman kim uğraşacak şimdi” deyip geçmeyi seçiyoruz.
Bilgi ve deneyim eksikliğimizi, başkalarının deneyimleri ile doldurmaya çalışıyor, başkalarının deneyimlerini, kişiye ve şartlara göre değişebilecek etkenleri bile dikkate almadan kendi üstümüzde denemeye çabalıyoruz
Çünkü kendimiz olmaya, kendimizi gerçekleştirmeye çalışmıyoruz.
Alınan aklı, “danışmak” şeklinde masumlaştırıp, akıl süzgecimizden geçirmeden uygulamaya koyuyoruz.
Başkasının çizdiği bir yolda ilerlemeye çalışıp, üstünde düşünmeden, hiçbir şeye kafa yormadan yapıyoruz hamlelerimiz…
Peki ya sonuç olumsuz çıkarsa?
İşte o zaman, akıl ya da karar başkasının, ceremeyi çekmek bizim oluyor…
Çünkü verilen akılların içerisindeki “çıkar kuralı” nı bile dikkate almıyor,
Verilen aklın zayıf noktaları bile kurcalamıyor, uğrayacağımız zararı hesaba katmıyor,
Başımıza örülebilecek çorabı bile düşünmüyoruz.
Akıl aldığımız kişi, yaşadığımız zorluklar karşısında yanımızda bile olmadığı halde,
Doğru kaynaktan araştırmayı, öğrenmeyi “zül sayıyor”,
Et ve kemikten oluşmuş ve zarar görmeye açık yapımızı, düşünce ve akıl ile güçlendirmeyi aklımıza bile getirmiyor,
Kandırılmaya ve kanmaya açık bir varlık olarak gezmeyi yeğliyoruz.
Duygularımızın, inançlarımızın, insani değerlerimizin sömürülmesine bile ses çıkarmıyor, dostluk denen ilişkide bile bir “çıkar açmazı” olduğunu düşünmüyoruz.
Analizden çok sezgilerimize güveniyoruz.
Tanıdıklarımıza herkesten çok güveniyor, konunun uzmanı olup olmadığını, söylediklerinin doğruluğunu bile değerlendirmiyoruz.
Hele bir de karşımızdaki güzel hikaye anlatıyor, iddiasını düzgün bir sunumla ortaya koyuyorsa, hafızamızı bile kullanmıyor, oluşan boşluğu her defasında kolaya kaçarak hikayelerle dolduruyoruz.
“Dolmuşa geliyoruz”, “dolduruşa geliyoruz”…
Yani kısaca… Nereye çekerlerse oraya gidiyoruz…
Aynı atasözünde olduğu gibi…
“Bizim eşek eve gelecek ya, mahallenin piçleri halına goysa”…