10 Nisan 2016 Pazar


“Kavak uzaya uzaya göğe değmez ya, elbet bir gün belinden kırılır”…
Eski Türkler ağacı kutsal bilmiş, “tanrının yeryüzündeki sembolü” hatta “tanrının nefesi” olarak görmüş ağacı…
Kayın, sedir, ardıç gibi bazı ağaçlara kutsiyet,
Kavak, elma gibi bazı ağaçlara ise farklı bir değer atfetmiş.
Dünyaya “Hayat Ağacı”, yaşamın sürekliliğini ağaçta gördüğünden olsa gerek gençlere “fidan” demiş.
İnançlarında başköşeyi ağaca vermiş, nedenleri değişse de günümüzde hala yaşayan gelenekler kurmuş üstüne… Misal…
Anadolu’nun bazı yörelerinde, bir çocuk dünyaya geldiğinde ağaç dikilir, özellikle de kavak ağacı. Dikilen kavak fidanı, dünyaya gelen bebekle ya da diğer fidanla beraber büyür. Ta ki çocuk büyüyüp evlilik çağına gelene kadar... Evlilik zamanı geldiğinde, kavak ağaçları kesilir ve gencin yeni yaşamını sağlasın diye satılır…
Dünyayı “Hayat Ağacı” ile simgelemiş, öyle bilmiş, öyle anlatmış. Anlatmış ki…
“Yer ile gök, bir ağaç ile birleşir” ki bu“Hayat Ağacı”dır…
Hayat ağacı, göğün direğidir. Dünyanın dengesini kurar, gök denen damı tutar. Bir ucu yeraltında, diğer ucu kutup yıldızındadır.
Göğe yükselme, tanrılara ulaşma, öbür dünyaya geçme bu ağaçla olur hep. O ağaç sonsuzluğa giden yoldur.
Ama göğe yalnızca “ağaç” direk olur, insan değil…
Anadolu’da bazı yörelerde ayakta dikilenlere hala, “otur göğün direği var” ya da “göğe direk mi olacaksın” denmesi hep bundandır.
Çok uzun boylu kişilere “sırık” denmesinin hatta “antipatik” bulunmasının bir nedeni de eskiden gelen bu inanıştır. “Dengeyi sağlayan bir mekanizma yani hayat ağacı” varken, “şirk koşmak” gibidir çünkü uzun boylu olmak…
İnançları, gelenekleri kadar misal, mesel, kıssa, deyim ve atasözlerinde de yer vermiş ağaca ve özellikle de kavak ağacına…
Onunla anlatmış derdini, onunla yapmış eleştirisini. Misal, öykü bu ya…
Bir kavak ağacının yanında, topraktan bir kabak bitkisi çıkmış. Kabak, zamanla kavak ağacına sarılarak, büyümeye ve uzamaya başlamış. Bir süre sonra kavak ile aynı boya gelince sormuş; “Kavak, sen bu hale kaç ayda geldin?”
“On yılda” demiş kavak…
“On yıl mı?” demiş kabak, “bak ben iki ayda seninle aynı boya geldim”…
Aradan zaman geçmiş, sonbahar geldiğinde kabak üşümeye, yapraklarını dökmeye, gücünü kaybetmeye başlamış. Korkuyla kavak ağacına sormuş;
“Bana ne oluyor böyle?”.. “Ölüyorsun” demiş kavak…
“Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelebildiğin için ölüyorsun”…
Yani hem göğe doğru yükseleni,
Hem de çabuk yükseleni sevmemiş aslında aklı başında olan bazı eskiler…
Ve böyle yapanlara yergi olarak şöyle demişler…
“Kavak uzaya uzaya göğe değmez ya, elbet bir gün belinden kırılır”…