14 Nisan 2016 Perşembe


“Meramı kalaycılık değil göt çalkalamak”…
İnsanoğlunun kullandığı ilk metal “bakır” olmuş. MÖ. 4 bin yıllarına kadar gidiyor insanın bakırla içli dışlı olması. İşlenmesi kolay bu metalle, süs eşyaları yapılmış, gündelik yaşamı kolaylaştırıcı araç gereçler yapılmış, kap kacak yapılmış…
Ama “bakır çalmış” insanoğlunu, zehirlenmiş insanoğlu…
Çünkü bakırın sürekli kullanılması ve özellikle ısıya maruz kalması ile insan için tehlikeli olan zehirleyici etkileri ortaya çıkmış.
Ne yapacağını düşünürken “ak kurşun” da denen, parlak kül renginde, gümüşe benzeyen bir madeni yani “kalay”ı keşfetmiş.
Havada kolay kolay oksitlenmeyen ve paslanma gibi etkilere karşı dirençli olan kalayla kapladığında, bakır zehirlenmelerin önüne geçeceğini keşfetmiş…
Böylece MÖ. 3 bin yıllarından bu yana da bakır ile kalay ayrılmaz ikili olmuş…
Kendi sağlığı için yılda en az bir kez buluşturmuş onları insanoğlu…
Ama kalayla kaplama işlemini herkes beceremediğinden, bu işi iyi yapanlara “usta” denmiş, “zanaatkar” denmiş, hadi olmadı “kalaycı” denmiş…
“Kalaylama” işlemini şöyle yapmış “kalaycılar”…
Kalayla kaplanacak bakır eşyayı, öncelikle “tavlanmışlar” yani ocakta ısıtmışlar ki pisliklerinden arınsın. Hemen arkasından da “kezzap” ile temizlemişler…
Ama yine de temizlik işlemi bitmemiş.
Çünkü iyi bir kalay için bakır tas, yedi sekiz kez usta elinde işlem görmüş…
Bu kez hem kirleri temizlemek hem de kalayın tutunacağı küçük gözenekler oluşturmak için bakır tası, kumla ya da “kömür boku” denilen kok kömürü külü ile ovalamışlar. İşte bunu yaparken de eğer bakır tas büyükse ayaklarının gücünü kullanmak için içine girip, bir sağa bir sola küçük dönüşler yapmışlar…
Sanki dans eder gibi dönüp durmuşlar…
Ardından da bakır tası yıkayıp güneş altında kurutmuşlar…
İçinde kok kömür yanan ve körükle ateşi harladıkları ocaklarını yakıp, bakır tası tekrar ısıtmışlar. Kalay 232 derecede eridiğinden, bu ısıya erişilip erişilmediğini kontrol etmek içinde, ısınan kaba “nişadır” serpmişler…
Nişadır duman çıkarmışsa anlamışlar ki bakır, kalaya hazır…
Sonra da ya çubuk kalayı bakıra sürmüşler ya da toz kalayı nişadır yardımıyla bakıra serpmişler. En son olarak da ellerine aldıkları bir bezle, kalayı bakırın içine iyice sıvayıp, parlatmak için başlamışlar ovmaya yani “sıvazlamaya”…
Bu işlemi de birkaç kez yapmışlar ki “kalaylama” iyi olsun…
Bunları yaparken de gerek ayakları üzerinde sağa sola dönmüşler, gerekse dizleri üzerinde salınmışlar...
Ama kalaylama işlemi sırasında kalaycıların yaptığı bu hareketler halk arasında, belki eğlenceli bulunarak, belki eğlendiklerini düşünülerek, belki dansa benzetilerek, belki de en “düz” anlamı ile isimlendirilmiş. Ve…
“İşten kaçan, iş yapmak istemeyen, yapsa da üstünkörü yapan ya da iş yapar görünerek eğlenen” hatta “sahtekar” kişilere,  kalaycıların zorunlu hareketlerinden esinlenerek bu sözü, bu deyimi söylenmiş…
“Senin meramın kalay yapmak değil, göt çalkalamak”…