13 Nisan 2016 Çarşamba


“Karsamba”…
“Düzensizce birikmiş nesne kalabalığı” olarak açıklanabilecek “dağınıklık”,
Kişiselliğin ötesine geçmiş toplumsal bir olgu sanki…
 “Ya bırak dağınık kalsın” diyerek başlayan,
“Ben böyle daha rahatım ” diyerek devam eden,
“Aradığımı böyle daha kolay buluyorum” diyerek keskinleştirilen,
“Düzensizliğin düzeni” diyerek felsefik veya sosyolojik açılımlar yapmaya iten,
Belki özgürlük, belki de bir “boş vermişlik” duygusu…
Ancak tek kişiyle sınırlı kalmayan, başkalarını da içine çeken bir duygu…
Dağınıklık, kişisel bir olgu olarak algılansa da toplumsal yansıması, bu olguyu farklı noktalara taşıyabiliyor.
Sosyal bilimciler James Q.Wilson ve George L.Kelling, “Atlantik” adlı derginin 1982 yılı Mart sayısında bu durumu, “Kırık Camlar Teorisi” ile şöyle açıklıyorlar.
“Bir kaldırım düşünün. Buraya bir çöp attığınızda önce yanına bazı çöpler atılır. Sonra bu çöpler fazlalaşır, birikir. Sonunda herkes çöpünü poşetler halinde getirip buraya atmaya başlar. Pencere camlarından birkaçı kırık olan bir binanın camları tamir edilmezse, insanlar daha fazla camını kırma eğiliminde olurlar. Kişisel dağınıklık duygusu, toplumsal Vandallık duygusuna dönüşmeye yatkındır”…
Dağınıklık duygusu, sihirli bir güç içerir sanki.
Arttıkça insanı içine çeken, elini kolunu bağlayan, isteksiz bırakan bir güç…
Dağınıklık evlerde de aynı şekilde artar. Başta, “aman sonra yaparım”la ve az bir şeyle başlar, sonra çoğaldıkça çoğalır. “Durağan enerji” her yerdedir artık…
Buna birde “insanın sahip olduğu nesneye bağlanma duygusu” eklendiğinde, kullanılmadığı için atılmak istenen ama atılamayan nesneler yığınına dönüşür her yer. Nesnelerle özdeşleşmiş mi hissederiz bilinmez ama “ya gün gelirde lazım olursa?” diye başlayan sözlerle kendimizi savunmaya başlar,
Uzmanlar “nasıl atayım ki” sözünü,  “geleceğe güvensizlik” işareti olarak değerlendirseler de asla kullanmadığımız nesneleri bir yerlere kaldırırız hemen…
Sonuçta, duyguyu ifade ederken seçilen sözcükler gibi, olguyu dile getirirken seçilen sözcüklerde zaman içinde farklılaşır, değişir, anlaşılmaz olur.
“Oğlum şu odanı ne zaman topluycaksın? Nereye baksam döküt, nereye elimi atsam karsamba… Valla camdan aşşa atcam hepsini…”
“Ya anne sen nece konuşuyosun? Döküt ne, karsamba da neymiş anlamıyorum ki…”
Eh çocuklarda haklı…
Anne babalar kullansalar da gençler arasında bilinen sözcükler değil bunlar.
“Döküt” sözcüğü de “Karsamba” sözcüğü gibi çoktan unutulmaya başlandı bile…
“Döküt” sözcüğü, “toplanmamış, etrafa gelişigüzel atılmış kıyafet, eşya” anlamındadır.
“Karsamba” sözcüğü ise “evde kalabalık yapan, kullanılmayan, düzensiz yığılmış, biriktirilmiş gereksiz eşya” demektir.
Ki dağınık kimselere karşı kullanılan “karsambaya borcun mu var?” şeklinde bir sözümüz bile vardır…
Hatta kocamış ninelerden şu sözü de çok duymuşumdur.
“Amaan sende, goca (erkek eş) didîîn ne ki? Evin garsambası”…
Bazı bölgelerde “insan kalabalığı” ve “insana yük olduğu düşünülen tembel kişilere” de “karsamba” denir ki bu da yine sözcüğün “gereksiz kalabalık ve sıkıntı veren yük” anlamları ile ilintilidir. Ayrıca…
“Karsamba” sözcüğünü “pekmezle kar karıştırılarak yapılan kar helvası” ya da “buzlu şurup” anlamında kullanan yörelerimiz de vardır. Ama…
“Pekmezle karı karıştırarak yapılan bir tür ilkel dondurma”nın asıl adı “Karsambaç”tır.