“Siluet”…
Ardahan’ın
Damal ilçesinin Karadağ sırtlarında, 15 Haziran – 15 Temmuz tarihleri arasında
her yıl beliren “Atatürk” siluetini bilmeyenimiz yoktur…
Ya
da Niğde Alaaddin Camii kapısı üzerinde bulunan bezemelerde, Mayıs ayında sabah
saatlerinde beliren“kadın yüzü” siluetini…
“Ama
bunlar sadece gölge veya karaltı” diyenler olacaktır elbet. Ama…
Sözlükler
“siluet” sözcüğünü, “Bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle tek renk olarak
beliren görüntüsü, Gölge, Karaltı” şeklinde açıklıyor…
“Siluet”
sözcüğü, Fransızca “silhouette” sözcüğünden geçmiş dilimize…
“Gölgenin
dış hatlarını izleyerek yapılan çizim” ya da “Bir nesnenin gölgesinin dış
hatları” anlamına geliyor.
“Bilmem
ne binası, şehrin siluetini bozuyor” türü haberleri bolca duymuşuzdur.
Çünkü
bir şehrin genel hatlarına da siluet deniyor…
Ayrıca
“Hacivat Karagöz” gibi “gölge oyunları” na da…
Sanatla
iç içe bir kavram siluet…
Pek
çok sanat ışıktan yararlanırken, siluet ışığın olmamasından yararlanıyor,
Pek
çok sanat gösterdikleri ile güçlenirken, siluet göstermedikleri ile güçleniyor…
Çünkü
bir şeyin ayrıntılarını gölgede bırakarak gizlemek, o şeyi apaçık göstermekten
daha güçlü, daha kapsayıcı olabiliyor bazen…
Bir
kadın resminin sadece ana hatlarından bir “Anneler Günü” silueti vardır misal…
Belki
içini herkes kendi annesinin görüntüsü ile doldurabilsin diye,
Böylece
de herkes sahiplenebilsin diye…
Araştırmalara
göre siluet, en çabuk algılanan ve ayrıştırılabilen bir karakter çünkü…
Stanford
Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmaya göre, yaş ya da cinsiyet gibi
belirleyici pek çok ayrıntı, siluetten anlaşılabiliyor. Hatta bir insanın
sadece silueti bile onu diğer kişilerden ayrıştırmaya yetiyor.
Korku
ve gerilim sinemasının duayenlerinden Alfred Hitchcock’un, siluetini imzası
yerine kullanması gibi misal…
Belki
de bu nedenle profil portreler, yüzyıllarca sikkelerin, paraların üzerlerini
süslemiş…
“Siluet”
ya da “gölge oyunu”, siyasetin de en sevdiği sözcüklerden olmuş,
Görünenin
ayrı, yönetenin ayrı olduğu durumları ifade etmiş yıllarca…
Aslında
“siluet” sözcüğü, tam da siyasetin içinden doğan bir sözcük…
Şöyle
ki…
“Etienne
de Silhouette” Fransız bir politikacı…
1709
– 1767 yılları arasında yaşamış…
Fransız
Kralı 14.Louis, İngiltere ile yapılan “Yedi Yıl Savaşları” nedeniyle yaşanan
ekonomik sıkıntıların önüne geçmesi için, oldukça ciddi ve tavizsiz bir adam
olan Etienne de Silhouette’yi, 1759 yılında Maliye Bakanlığı Genel Müfettişi ve
Bakan olarak göreve getirir.
Etienne
de Silhouette, yeni vergiler koyup bazı zorlukları aşınca ve de devletin
kasasına biraz para girince, bir süreliğine de olsa popüler olur.
O,
bir “kurtarıcı”dır artık…
Ancak
ekonomi yine de tam olarak düzelmez, bazı ödemeler aksamaya, bazıları ise
askıya alınmaya başlar. Silhouette ise “kurtarıcı” olarak görülmenin verdiği
güçle, vergi politikasını ağırlaştırır. Emekli aylıklarını düşürmeye, hatta
zenginlik ölçüsü saydığı kapı ve pencerelerden bile vergi almaya kalkar.
Ama
asıl “hata”yı soyluların topraklarından vergi almak istemekle yapar…
Soylular
“yağlıboya tablolarını bile yaptıramazken bu ne demektir şimdi?”…
Kamuoyundaki
rüzgarların yönü hemen değişir, şimşekler onun üzerinde çakar.
“Kurtarıcı”
değil, “hileci”dir artık…
Uyguladığı
vergi politikaları “gizli kapaklı” ve “sinsi”dir, kendisi “cimri”dir falan…
Soylular
genel müfettiş ve bakandan öç almak için yeni bir moda çıkarırlar hemen…
“Cep
ne işe yarar ki içine koyacak para olmadıktan sonra” dercesine dar paltolar ve
cepsiz pantolonlar giymeye başlarlar…
Adına da “Silhouette Kıyafetleri” derler…
Halk
ise karanlık çökünce Paris sokaklarının duvarlarını, daha sonraları “siluet
tipi portre” denecek olan “modelini profilden ana çizgilerle gösteren”
çizimlerle, resimlerle doldurur… “Ey Maliye Bakanı, kendi gölgene hapsol”
derler belki de…
Bunca
alay ve aşağılanmadan sonra Etienne de Silhouette ortadan kaybolur…
Tüm
uğraşlarına karşın sadece kürk ve kahveden vergi alabilmiş,
Büyük
umutlarla gelmiş olmasına karşın hepi topu sekiz ay görevde kalabilmiştir…
Sadece bir gölge, bir
karaltı, ayrıntıları olmayan resimleri anlatan adı kalır yadigar…