10 Haziran 2016 Cuma


“Diploma”…
Yıllar önceydi…
Bir sabah kalktım, baktım oğlum elinde gazete, koltukta oturuyor.
Uykusu gelmiş kamyon şoförleri gibi başını kaşıya kaşıya,
Ama bir o kadar da dikkatle gazeteyi inceliyor.
“Günaydın oğlum, n’apıyosun?” diye sordum…
“Hiiiç, gazete okuyorum” dedi umarsızca…
Güldüm kendi kendime “her halde bizi taklit ediyor” diye düşünerek…
“Nasıl yani?” diye tekrar sordum…
“Basbayaa” diye yanıtladı, önemli bir iş yapanların “oyalama beni” tonlamasıyla…
“İyi de sen okuma yazma bilmiyosun ki hem daha 2 buçuk yaşındasın” dedim üste çıkmaya çalışarak…
“Biliyorum canıım… Okumada biliyorum, yazabiliyorum da” diye tekrar tersledi beni…
İş inada binmişti bir kere…
Oturdum yanına, “oku lan çakal” dedim babalık otoritemi göstermeye çalışarak…
Okudu… Gösterdiğim her haberi, her satırı okudu…
Tamam, sokakta gördüğü her mağaza tabelasını, her araba markası ya da plakasını okuyordu ama bu biraz farklı bir şeydi sonuçta…
“Sen okumayı nerden öğrendin ki?”diye sordum hayretle…
“Kendim kendime” dedi. “Susam Sokağı’ndan, bi de Çarkıfelek’ten harfleri öğrendim, okumayı da kendim öğrendim” dedi bilgiç bilgiç…
Gecenin üçlerinde uyandırmalar başladı sonra, “Bana Gama ışınlarını anlat, bana Ebola virüsünü anlat” türünden benim bile bilmediğim sorular sorarak…
Ansiklopedi okumayı öğrettik mecburen, “hiç değilse gece uyandırmasın” diyerek… Artık elimizde deliler gibi bulduğu her şeyi okuyan bir velet vardı…
Kreşe gönderdik önce, “çok soru soruyor” diye altı ay içinde geri verdiler…
Evde bakmalar, kreş değiştirmeler falan beş yaşına kadar getirdik…
“Bari bir anaokuluna verelim de bir şeye kanalize olsun” diyerek ve şimdiki kadar yaygın olmadığından bir özel okulun anasınıfına götürdük. Ama…
“Bu çocuğa ana sınıfında yazık olur, ilkokula alalım. Aslında birinci sınıfta az gelir ama yaşı epey küçük” deyip ilkokula başlattılar…
Kolejler, Ankara’nın sayılı Anadolu liseleri, sınıf atlamalar falan derken 15 yaşında üniversiteli oldu çocukcağız, Bilkent Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandı…
Oğlumun eğitim süreci bize şunları öğretti ki…
“Zeki olmak, Türkiye’de suç”…
“Hiçbir öğretmen, sınıfında diğer çocuklardan önde bir çocuk istemiyor”…
“Öğrenciler sınıfı geçsinler yeter, öğrenmeseler de olur, hatta daha iyi olur”…
“Türkiye’nin eğitim sistemi, zeka durumları, ilgi alanları ne olursa olsun tüm çocukları koca koca sınıflara doldurup, aynı hizaya getirme üzerine kurulmuş bir sistem”…
Neyse… Üniversitede bitti…
Önce özel sektörde çalışmayı denedi çocuk… Ama…
Her ne kadar adına “özel sektör” dense de sanırsın “kölelik düzeni”…
Köleci toplumlardan tek eksikleri, elde kırbaç başka diyarlardan kadırgalar dolusu insan kaçırmıyorlar bir tek…
“Bari bir süre devlette çalışayım” deyip sınavlara girdi bu kez…
Bilmem kaç tane yabancı dil, hatırı sayılır bir okuldan diploma, tüm sınavlardan ya tam ya bir iki puan eksikle sınav başarısı ama…
“Mülakat”ta hiç birini kazanamadı “nedense”???
Bunları neden anlattım?
Artık eğitim önemsiz bir şeydir…
Hiçbir eğitim, bilgi, yetkinlik, donanım olmasa da olur…
Önemli olan “dayı”nın olmasıdır…
Eğer bu varsa çocuk yaşta koca koca şirketlerin de olur,
Önemli makamlara da gelirsin…
Hatta o makamlar için,
Hadi eğitimi geçtik, diploman olmasa bile olur…
Benim oğlum mu?
Merkezi atama ile bir yere atadılar, şimdilik çalışıyor çocuk…
“Diploma” sözcüğüne gelirsek…
Dilimize, “Her türlü resmi evrak, berat” anlamındaki Fransızca “diplôme” sözcüğünden geçse de sözcüğün aslı Eski Yunanca…
O çağlarda yazılı belgeler katlanarak saklandığı için,
Eski Yunanca “iki” anlamındaki “di” ve “katlama, bükme, kıvırma” anlamındaki “ploma”  sözcüklerinden türetilen “diplôma” sözcüğü, “İkiye katlanmış olan” anlamındadır…