“Diploma”…
Yıllar
önceydi…
Bir sabah
kalktım, baktım oğlum elinde gazete, koltukta oturuyor.
Uykusu
gelmiş kamyon şoförleri gibi başını kaşıya kaşıya,
Ama
bir o kadar da dikkatle gazeteyi inceliyor.
“Günaydın
oğlum, n’apıyosun?” diye sordum…
“Hiiiç,
gazete okuyorum” dedi umarsızca…
Güldüm
kendi kendime “her halde bizi taklit ediyor” diye düşünerek…
“Nasıl
yani?” diye tekrar sordum…
“Basbayaa”
diye yanıtladı, önemli bir iş yapanların “oyalama beni” tonlamasıyla…
“İyi
de sen okuma yazma bilmiyosun ki hem daha 2 buçuk yaşındasın” dedim üste
çıkmaya çalışarak…
“Biliyorum
canıım… Okumada biliyorum, yazabiliyorum da” diye tekrar tersledi beni…
İş
inada binmişti bir kere…
Oturdum
yanına, “oku lan çakal” dedim babalık otoritemi göstermeye çalışarak…
Okudu…
Gösterdiğim her haberi, her satırı okudu…
Tamam,
sokakta gördüğü her mağaza tabelasını, her araba markası ya da plakasını
okuyordu ama bu biraz farklı bir şeydi sonuçta…
“Sen
okumayı nerden öğrendin ki?”diye sordum hayretle…
“Kendim
kendime” dedi. “Susam Sokağı’ndan, bi de Çarkıfelek’ten harfleri öğrendim,
okumayı da kendim öğrendim” dedi bilgiç bilgiç…
Gecenin
üçlerinde uyandırmalar başladı sonra, “Bana Gama ışınlarını anlat, bana Ebola
virüsünü anlat” türünden benim bile bilmediğim sorular sorarak…
Ansiklopedi
okumayı öğrettik mecburen, “hiç değilse gece uyandırmasın” diyerek… Artık
elimizde deliler gibi bulduğu her şeyi okuyan bir velet vardı…
Kreşe
gönderdik önce, “çok soru soruyor” diye altı ay içinde geri verdiler…
Evde
bakmalar, kreş değiştirmeler falan beş yaşına kadar getirdik…
“Bari
bir anaokuluna verelim de bir şeye kanalize olsun” diyerek ve şimdiki kadar
yaygın olmadığından bir özel okulun anasınıfına götürdük. Ama…
“Bu
çocuğa ana sınıfında yazık olur, ilkokula alalım. Aslında birinci sınıfta az
gelir ama yaşı epey küçük” deyip ilkokula başlattılar…
Kolejler,
Ankara’nın sayılı Anadolu liseleri, sınıf atlamalar falan derken 15 yaşında
üniversiteli oldu çocukcağız, Bilkent Bilgisayar Mühendisliği bölümünü kazandı…
Oğlumun
eğitim süreci bize şunları öğretti ki…
“Zeki
olmak, Türkiye’de suç”…
“Hiçbir
öğretmen, sınıfında diğer çocuklardan önde bir çocuk istemiyor”…
“Öğrenciler
sınıfı geçsinler yeter, öğrenmeseler de olur, hatta daha iyi olur”…
“Türkiye’nin
eğitim sistemi, zeka durumları, ilgi alanları ne olursa olsun tüm çocukları
koca koca sınıflara doldurup, aynı hizaya getirme üzerine kurulmuş bir sistem”…
Neyse…
Üniversitede bitti…
Önce
özel sektörde çalışmayı denedi çocuk… Ama…
Her
ne kadar adına “özel sektör” dense de sanırsın “kölelik düzeni”…
Köleci
toplumlardan tek eksikleri, elde kırbaç başka diyarlardan kadırgalar dolusu
insan kaçırmıyorlar bir tek…
“Bari
bir süre devlette çalışayım” deyip sınavlara girdi bu kez…
Bilmem
kaç tane yabancı dil, hatırı sayılır bir okuldan diploma, tüm sınavlardan ya
tam ya bir iki puan eksikle sınav başarısı ama…
“Mülakat”ta
hiç birini kazanamadı “nedense”???
Bunları
neden anlattım?
Artık
eğitim önemsiz bir şeydir…
Hiçbir
eğitim, bilgi, yetkinlik, donanım olmasa da olur…
Önemli
olan “dayı”nın olmasıdır…
Eğer
bu varsa çocuk yaşta koca koca şirketlerin de olur,
Önemli
makamlara da gelirsin…
Hatta
o makamlar için,
Hadi
eğitimi geçtik, diploman olmasa bile olur…
Benim
oğlum mu?
Merkezi
atama ile bir yere atadılar, şimdilik çalışıyor çocuk…
“Diploma”
sözcüğüne gelirsek…
Dilimize,
“Her türlü resmi evrak, berat” anlamındaki Fransızca “diplôme” sözcüğünden
geçse de sözcüğün aslı Eski Yunanca…
O
çağlarda yazılı belgeler katlanarak saklandığı için,
Eski Yunanca “iki”
anlamındaki “di” ve “katlama, bükme, kıvırma” anlamındaki “ploma” sözcüklerinden türetilen “diplôma” sözcüğü,
“İkiye katlanmış olan” anlamındadır…