“Küçük idi kıyamadım, büyük oldu
yenemedim”…
Yıllar
önceydi…
Devlet
kanalında, radyoların “arkası yarın” programları gibi,
Türk
televizyonlarının ilk “günlük” dizilerinden birisini yapacaktık ki bölüm sayısı
olarak en “uzun soluklu” dizi hala da odur…
Şimdilerde
pek çok kanalda var bunlardan ve hemen hepsi benim o ekipten birileri
tarafından hayata geçiriliyor…
Parayı
veren devlet kurumu olsa da onun adına parayı harcayan “vekil” bendim.
Programın
yapımcısı bendim kısacası…
Tüm
altyapının hazırlanması, mekandan ulaşıma, yemekten kostüm aksesuara, ekip
kurulmasından her türlü malzeme teminine, belirlenen oyuncularla pazarlıktan
figüranına, her türlü resmi ya da gayri resmi prosedürüne kadar, yani işin
mutfağı benim sorumluluğumdu…
Bir
anlamda işverendim de…
Kurtardığım
hayatlarda oldu, zengin olmasına “vesile” olduğum insanlarda…
Hala
pek çok insan, o gün bu dizi sayesinde başladıkları işten kazanıyor ekmeğini…
Benim
için mutluluk ve gurur kaynağı bir durum kısacası. Ama…
Keşke
bazılarından çok ciddi kazıklar yemeseydim…
İki
“arkadaş” vardı, hani “arkadaş” dediysem lafın gelişi bile değil,
Sırf
“kötü” konuşmamak için öyle dediğim iki “arkadaş”…
Birisi
yaptığı işe yeni başlamış, diğeri başlamamış bile…
Yeni
başlamış olan sırtında bir çanta, dizinin “figürasyon” işine talip oldu.
“Yoldan
geçen adam”, “Parkta oturan kız” gibi görüntüyü “zenginleştirecek” kişiler
getirecek diziye. Elbet belli bir para karşılığı…
Artık
kendisi karşıya ne kadar verir ya da verir mi kendi aralarında bir durum yani…
“Bu
işe ihtiyacım var abi” dedi. “Ben insanların içinde olmak istemeyeceği bir
çevrenin çocuğuyum. Oradan kurtulmam, bu işi bana vermenle olacak, umut bir tek
sende…”
Dedim
ki… “Sırtında çanta ile olmaz, seyyar adam istemem. Paran yoksa avans vereyim,
kur şirketini, tut büronu ya da büronu tutayım, ondan sonra gel konuşalım”…
Küçük
müçük, yerin altında falan tuttu bürosunu, kurdu şirketini…
Verdim
işi kendisine…
Hatta
elinden tutup, tüm kurumla tanıştırdım, pek çok başka programın bu tür işlerini
almasını da sağladım…
Diğer
“arkadaş” ise ulaşım işi yapan bir arkadaşın yanında şoförlük yapıyormuş.
O da
dizinin “yapım sorumlusu” olan, yardımcılığımı yapan arkadaşım aracılığıyla
geldi bana… Hemen hemen benzer şeyler…
“Geçinemiyorum,
çoluk çocuğum aç, onun bunun yanında olmuyor, kendi işim olsun istiyorum,
çocuklarım senin sayende ekmek yesin” falan…
“Tamam”
dedim… “Öyle lüks araç falan istemem, al bir araç, kur şirketini, dizinin
ulaşım işi senin olsun”…
O da
kurdu şirketini, onun da tuttum elinden, tanıştırdım herkesle… Sonrası mı?
Bizim
kurumda, “işin tutup tutmayacağını bekleyen, tuttuğunda ise ele geçirmek için
her türlü katakulliyi çeviren” gruplar vardır. İftiranın her türlüsünü
atabilirler…
İş
tutunca, o “arkadaşlar” da biraz palazlanınca diğer “arkadaşlarla” bir olup ilk
“kazıklarını” bana attılar…
Sonunda
beraat etsem de…
Dizi,
günlük maliyetinin 25 katı para kazandırdığı halde “bu diziyi yaparak kurumu
zarara uğratma” suçu diye uydurulmuş bir suçtan yargılandım…
O
“arkadaşlar” mı?
Şu
an biri Ankara’nın en büyük “cast” ajansının,
Diğeri
ise önemli bir ulaşım şirketinin sahibi…
Mark
Twain’in dediği gibi…
“Açlıktan
ölmek üzere olan bir köpeği doyurduğunuzda, o köpek artık asla sizi ısırmaz.
İşte hayvanla insan arasındaki en büyük fark da budur”…
Ha
bu arada…
Öyle bir suçtan
yargılansam da benim hala bir evim bile yok…