“Saman altından su yürütmek”…
“Bencil”
sözcüğü, “egoist” sözcüğüne karşı üretilmiş Yeni Türkçe bir sözcük…
“Kendi
çıkarını herkesinkinden üstün tutan, yalnız kendini düşünen” anlamında…
“Hodbin”
ya da “hodkam” sözcüklerini kullananlar da var, özellikle edebiyatımızda…
Hodbin,
Farsça, “kendini gören” anlamında…
“Bencillik”,
antik çağlardan bu yana dini, felsefi, psikolojik ve ekonomik açılardan
sorgulanan bir durum…
Aristo,
insanları bencil olmakla suçlayıp, kendi çıkarını düşünenleri yerden yere
vururken, Dante’nin “İlahi Komedya”sında yedi büyük günahtan biridir “ego”…
Psikolojinin
en büyük ilgi alanı, dinlere göre suç, hatta en büyük kötülüktür…
Ekonomik
anlamda ise “Marks”ın deyişiyle, “kapitalizmin baskın özelliklerinden biri”dir.
Şöyle diyor Marks…
“İnsanlar
bencildir ancak çevreye bağlı olarak bencillik yaşarlar.”
“Adam
Smith” ise “bencilliği, ekonomik sistemler için gerekli” bir şey olarak
görüyor…
Bencilliğin
karşıtı ise “Diğerkâmlık”tır…
“Başkalarının
yararını da kendi yararı kadar gözetme” demektir….
“Altürizm” de denir ya da İslami karşılık
olarak “İsar” da…
“Özgecilik”
ya da “Elcilik” diyenlerde vardır elbet…
Diğerkâmlık,
“kendi gelişimini ve gereksinimlerini bir kenara atıp, yalnızca başkalarının
çıkarlarını sağlamaya çalışmak” değildir elbet…
“Başkalarını
da kendisi kadar düşünmek, başkalarını da kendisi kadar sevmek, başkalarının
yararını da kendi yararı kadar gözetmek” demektir diğerkâmlık…
Kişinin
parçası olduğu toplumda, kendi üzerine düşen görevleri yerine getirmesi,
Organı
olduğu organizmanın sağlıklı çalışmasını sağlaması,
Toplu
yaşamanın gereklerini yerine getirmesidir “diğerkâmlık”…
“Saman
altında su yürütmek” değildir kısacası…
Bu
deyim, bencillikle daha ilgilidir çünkü…
Ama
bir o kadarda sinsilikle, dümencilikle, yalancılıkla ilgilidir…
Sözlüklerde,
“Gizli işler çevirmek”, “Kendisinin yaptığını belli etmeyerek ortalığı
karıştırmak ve herkesi birbirine düşürmek”, “Hiç kimseye sezdirmeden iş
çevirmek” olarak açıklanan deyimin ortaya çıkış öyküsü, kaynaklara göre
şöyledir…
Bir
zamanlar bir yerlerde bir köy…
Geniş
bir ovanın üzerinde bulunan bu köyün hayat kaynağı ise orta halli bir ırmak…
Hani
dereden biraz daha hallice bir şey…
Hayat
o ırmağın çevresinde…
Çamaşırlarda
orada yıkanıyor,
Hayvanlarda
oradan su içiyor,
Bahçe
ve tarlalarda o ırmaktan sulanıyormuş…
Kışın
neyse ama yazın azalıyormuş ırmağın suyu…
Köyün
tüm ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor, hadi çamaşır mamaşır neyse de iş bahçe
ve tarlaları sulamaya gelince işler karışıyormuş…
Herkes
kendi bahçesini, tarlasını sulamak istediğinden, her gün bir sürü hır gür…
Köy
ahalisi bakmış herkes birbiri ile kavgalı, herkes birbiri ile küs,
Bu
durumun önüne geçmek için çareler aramışlar…
Çare
olarak ise bahçe ve tarlaların sırayla sulanması fikrini bulmuşlar…
Tüm
köyün bahçe ve tarlalarının listesini çıkarıp, hepsine belli bir gün ve saat
vermişler. Vermişler ki herkes bahçesini, tarlasını belirlenen gün ve saat
içinde sulasın, kimsenin kimseye hakkı geçmesin… Ama insanoğlu işte…
Özellikle
kendi çıkarı söz konusu olunca, kimin ne yapacağı, ne zaman yapacağı belli
olmadığından, herkes sulama yapmak için sırasını beklerken…
Köyün
uyanıklarından biri, sırası gelince sulaması yetmezmiş gibi,
Irmağa
yakın olmanın nimetinden de yararlanırcasına,
Irmaktan
tarlasına gizli bir kanal kazmış…
Köylüler
fark etmesin diye de üzerini, ağaç dalları, sap, samanla kapatmış…
Yaz
iyice gelip, havalarda iyice ısınınca ırmağın suları da oldukça azalmış…
Diğer
köylüler, bitkilerini ölmeyecek kadar sulayabilirken,
Bunun
tarlasındaki bereket şaşırtmış köy ahalisini…
İçlerine
de bir kuşku düşmüş, “la yoksa” demeden edememişler elbet…
Bir
gün toplanıp, baskın yapmışlar uyanığın tarlasına…
Arama,
tarama, inceleme derken bulmuş bir gizli kanalı…
Sapın
samanın altından geçen su, bahçeye bereket dağıtıyor…
Almışlar
uyanığı aralarına,
“Ulan” demişler, “Sen
saman altından su mu yürütüyosun?”…