10 Mayıs 2016 Salı


“Serbest”…
Osmanlı şehirlere göçü kontrol altında tutmak istemiş…
Şehirlerin nüfusunun, toplam nüfusun yüzde 10’u düzeyinde olmasına, şehir nüfusunun 50 bini geçmesine pek izin verilmemiş…
Çünkü göçleri ve nüfusun artmasını, isyanların, gasp ve soygun gibi olayların ana nedeni olarak görmüş…
Ama yine de bir aralar misal, Diyarbakır’ın nüfusu 15 bin civarında iken, en kalabalık şehir olan İstanbul’un nüfusu bir milyonu bulmuş.
Bu nedenle de insanların bir yerden bir yere gitmeleri bile izne tabi tutulmuş, gidenler kayıt altına alınmış. İşsiz ve başıboş dolaşanlar geri gönderilmiş.
Şehirde yaşayanları dışarıdan gelenlerden korumanın yanı sıra, salgın hastalıkların önüne geçmek için Diyarbakır’da olduğu gibi farklı önlemlerde alınmış…
Diyarbakır’a gelenler, kente girmeden önce zorunlu olarak, surlardan şehre girişi sağlayan dört kapının yanında bulunan hamamlara sokulup yıkanıp paklandıktan sonra şehre girmelerine izin verilmiş…
İstanbul’a giriş çıkışı kontrol etmek içinde “İhtisab Nezareti” kurularak “Men’-i Mürür” uygulaması başlatılmış…
İstanbul’da işi olanlar ya da sarayı ziyaret etmek isteyenler önceleri mahallenin imamından, daha sonraları ise muhtarlardan nereye, ne amaçla, ne kadar süre ile gitmek istediğine ilişkin bir yazı alıyorlar, bu yazı ile mahkemeye yani kadıya gidip ücreti karşılığı “Men’-i Mürür” belgesi talep ediyorlarmış.
Ama güvenilir bir kefilinin olması şartmış.
Yolcunun adı, yaptığı iş, aile bilgileri ve eşkali açıkça yazılı olan bu belge ile İstanbul’a gidilir, şehrin girişlerindeki kontrol noktalarına geldiklerinde ise belgelerine “ihtisab” diye not düşülürmüş. Şehre girdikten sonra da girişin kayıt altına alınması için İhtisab Ağası konağına gidip kayıt yaptırmak gerekiyormuş.
Ama kontroller yine de bitmiyor, pek çok kontrol noktasında bu belgeleri göstermeleri istenerek kayıtlarla karşılaştırılıyormuş.
İş kurmak için İstanbul’u düşünen taşralılar ise önce iş kolunu temsil eden loncaya başvurarak, eğer o alanda yeni bir iş yeri açılması İstanbul’daki ekonomik dengeleri olumsuz etkilemeyecekse, loncaya üye olur ve bir esnaf loncasına bağlı olduğunu bildiren bir tür “üyelik belgesi” alırmış.
İşte hem bir loncaya bağlı olarak İstanbul’da iş kuracak hem de İstanbul’a giriş izni alacak bu kişilerin çoluk çocuk, mal ve mülklerini ibraz ederek aldıkları bu belgelerin arkasına “ser-beste” damgası vurulurmuş.
Yani bir tür “vize”…Ama…
Bu “ser-beste” şimdilerde bizim anladığımız gibi “hür, özgür, bağımsız” anlamında değil, “başı bağlı” anlamında imiş…
Yani “işi gücü, malı mülkü, evi barkı, çoluğu çocuğu, bağı bağlılığı var, ziyaret izni süreli, sınırlı ve geri dönecek”, yani “başıboş” değil… Çünkü…
“Serbest” Farsça “baş bağı” demek olan“sarbaste” sözcüğünden evrilerek dilimize geçmiş bir sözcük. ”Baş” demek olan “ser” ile “bağ/bağlı” demek olan baste/best” sözcüklerinden türetilmiş…
Aslında “imza, mühür gibi hukuki bir belgenin bağlayıcı işareti” demek yani “belgeli”…
İşte bu “serbest” belgesi ile İstanbul’a rahatça girebiliyor olmak,
Zaman içerisinde “serbest” sözcüğünde bir anlam kaymasına neden olmuş. Ve…
“Başı bağlı” demek olan “serbest” sözcüğü, “Hiçbir şarta bağlı olmayan, İstediği gibi davranabilen, Tutuklu veya bağımlı olmayan, Özgür, Hür, Zamanı istediği gibi kullanabilen, Yapacak bir işi olmayan, Bazı kurallara bağlı olmayan, Sıkılmadan ve şaşırmadan konuşan ve davranan, Ücretsiz, Hareketi herhangi bir biçimde engellenmeyen, İstediği gibi hareket edebilen, Rahat, Bağımsız, Kayıtsız, Başıboş” gibi bir sürü anlamla donanmış…
Ancak “başı bağlı” demek olan “serbest” sözcüğünün, “başıboş” demek olan “serbes” sözcüğü ile karıştırılması sonucu bir anlam kayması oluştuğu yönünde bilgiler olsa da açıklayıcı ve aydınlatıcı yanı eksiktir…