“Serbest”…
Osmanlı
şehirlere göçü kontrol altında tutmak istemiş…
Şehirlerin
nüfusunun, toplam nüfusun yüzde 10’u düzeyinde olmasına, şehir nüfusunun 50
bini geçmesine pek izin verilmemiş…
Çünkü
göçleri ve nüfusun artmasını, isyanların, gasp ve soygun gibi olayların ana
nedeni olarak görmüş…
Ama
yine de bir aralar misal, Diyarbakır’ın nüfusu 15 bin civarında iken, en
kalabalık şehir olan İstanbul’un nüfusu bir milyonu bulmuş.
Bu
nedenle de insanların bir yerden bir yere gitmeleri bile izne tabi tutulmuş,
gidenler kayıt altına alınmış. İşsiz ve başıboş dolaşanlar geri gönderilmiş.
Şehirde
yaşayanları dışarıdan gelenlerden korumanın yanı sıra, salgın hastalıkların
önüne geçmek için Diyarbakır’da olduğu gibi farklı önlemlerde alınmış…
Diyarbakır’a
gelenler, kente girmeden önce zorunlu olarak, surlardan şehre girişi sağlayan
dört kapının yanında bulunan hamamlara sokulup yıkanıp paklandıktan sonra şehre
girmelerine izin verilmiş…
İstanbul’a
giriş çıkışı kontrol etmek içinde “İhtisab Nezareti” kurularak “Men’-i Mürür”
uygulaması başlatılmış…
İstanbul’da
işi olanlar ya da sarayı ziyaret etmek isteyenler önceleri mahallenin
imamından, daha sonraları ise muhtarlardan nereye, ne amaçla, ne kadar süre ile
gitmek istediğine ilişkin bir yazı alıyorlar, bu yazı ile mahkemeye yani kadıya
gidip ücreti karşılığı “Men’-i Mürür” belgesi talep ediyorlarmış.
Ama
güvenilir bir kefilinin olması şartmış.
Yolcunun
adı, yaptığı iş, aile bilgileri ve eşkali açıkça yazılı olan bu belge ile
İstanbul’a gidilir, şehrin girişlerindeki kontrol noktalarına geldiklerinde ise
belgelerine “ihtisab” diye not düşülürmüş. Şehre girdikten sonra da girişin
kayıt altına alınması için İhtisab Ağası konağına gidip kayıt yaptırmak
gerekiyormuş.
Ama
kontroller yine de bitmiyor, pek çok kontrol noktasında bu belgeleri
göstermeleri istenerek kayıtlarla karşılaştırılıyormuş.
İş
kurmak için İstanbul’u düşünen taşralılar ise önce iş kolunu temsil eden
loncaya başvurarak, eğer o alanda yeni bir iş yeri açılması İstanbul’daki ekonomik
dengeleri olumsuz etkilemeyecekse, loncaya üye olur ve bir esnaf loncasına
bağlı olduğunu bildiren bir tür “üyelik belgesi” alırmış.
İşte
hem bir loncaya bağlı olarak İstanbul’da iş kuracak hem de İstanbul’a giriş
izni alacak bu kişilerin çoluk çocuk, mal ve mülklerini ibraz ederek aldıkları
bu belgelerin arkasına “ser-beste” damgası vurulurmuş.
Yani
bir tür “vize”…Ama…
Bu
“ser-beste” şimdilerde bizim anladığımız gibi “hür, özgür, bağımsız” anlamında
değil, “başı bağlı” anlamında imiş…
Yani
“işi gücü, malı mülkü, evi barkı, çoluğu çocuğu, bağı bağlılığı var, ziyaret
izni süreli, sınırlı ve geri dönecek”, yani “başıboş” değil… Çünkü…
“Serbest”
Farsça “baş bağı” demek olan“sarbaste” sözcüğünden evrilerek dilimize geçmiş
bir sözcük. ”Baş” demek olan “ser” ile “bağ/bağlı” demek olan baste/best”
sözcüklerinden türetilmiş…
Aslında
“imza, mühür gibi hukuki bir belgenin bağlayıcı işareti” demek yani “belgeli”…
İşte
bu “serbest” belgesi ile İstanbul’a rahatça girebiliyor olmak,
Zaman
içerisinde “serbest” sözcüğünde bir anlam kaymasına neden olmuş. Ve…
“Başı
bağlı” demek olan “serbest” sözcüğü, “Hiçbir şarta bağlı olmayan, İstediği gibi
davranabilen, Tutuklu veya bağımlı olmayan, Özgür, Hür, Zamanı istediği gibi
kullanabilen, Yapacak bir işi olmayan, Bazı kurallara bağlı olmayan, Sıkılmadan
ve şaşırmadan konuşan ve davranan, Ücretsiz, Hareketi herhangi bir biçimde
engellenmeyen, İstediği gibi hareket edebilen, Rahat, Bağımsız, Kayıtsız,
Başıboş” gibi bir sürü anlamla donanmış…
Ancak “başı bağlı” demek
olan “serbest” sözcüğünün, “başıboş” demek olan “serbes” sözcüğü ile
karıştırılması sonucu bir anlam kayması oluştuğu yönünde bilgiler olsa da
açıklayıcı ve aydınlatıcı yanı eksiktir…