24 Mayıs 2016 Salı


“Çavgun”…
“İklim” kısaca, “bir yörede yaşanan hava koşullarının uzun süreler boyunca gözlenen durumu” demek ve herkes bu tanıma güvenerek havaların ısınmasını bekliyor.
Ama son yıllarda hava, türkülerin anlattığı gibi…
Hani “Baharı görmeden yaz geldi geçti” cinsinden.
Takvimsel olarak yaz mevsiminin ortasında bile, hava durumu sunucuları hava raporunu okurken şuna yakın cümleler kuruyorlar…
“İstanbul sağanak yağışlı 20 derece, Ankara çok bulutlu ve sağanak yağışlı 18 derece” falan…
Yağmura çok romantik gözlerle bakıp,
“İki bulutun birbirine duyduğu aşktır yıldırım ve o bulutların gözyaşıdır aslında yağmur” cinsi duygusal anlamlar yükleyenler olsa da…
“İklim Değişikliği Paneli”nde açıklanan bilimsel rapora göre gerçek, “yerkürenin ikliminin hızla değişmekte olduğudur”. Ve…
“Dünyada birçok yörenin iklimi doğal ve yapay nedenlerle değişmiştir ve değişecektir. Bunun en önemli nedeni ise insan faaliyetleridir. Çünkü küresel ısınma, kimyasal etkilidir ve canlıların solunum, boşaltım ve çeşitli tutkularından sonra ortaya çıkan sera gazları sonucu gerçekleşir.
Bu iklim değişiklikleri kuraklık, çölleşme, yağışlarda dengesizlik ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum gibi meteorolojik olaylarda artışlarla kendini gösterir”
Ancak yine bu rapora göre, ülkemizdeki iç düzenlemeler ise “kim ne derse desin, sen yoluna devam et” tarzında sürmektedir.
Yani ya yağmurdan ya da terden sırılsıklam olacağız…
Oysa “Kadınlar çiçektir ve çiçekler su ister” türü reklam sloganlarına hepimiz gülüp geçsek de tüm canlılar su ister. Çünkü “su hayattır” ve yaşamın kaynağıdır.
Tarih sahnesinde yer aldıkları andan bu yana Türklerde de su ve yağmur, yaşamın ve bereketin kaynağıdır, hatta kutsaldır.
O nedenle de “Rahmet” denir yağmura…
“Nisan’da yağmur dinmesin, Mayıs’ta sıçan siğmesin” türü atasözleri olsa da yağmur yağmadığında da telaşa düşüp, inanışlar devreye sokulur hemen…
“Çömçe Gelin” oyununa başvurur misal…
Çubuk şeklinde tahtalardan, bezlerle süsleyerek oyuncak bir “gelin” yapılır.
Çocuklar bunu kapı kapı dolaştırıp, hem yağmur yağması için mani söyler ve hem de kendilerine yiyecek bir şeyler isterler…
“Çömçe gelin ne ister / Allah’tan rahmet ister,
Bir kaşıkçık yağ ister / Ver Allah’ım ver, yağmurundan sel…”
Her kapının önünde yapılan bu yağmur duasından sonra, yiyecek olarak ne isteniyorsa onun söylendiği bu maniyi duyan ev sahibi bulgur, yağ gibi yiyecekleri çocuklara verir…
Ama yine yağmazsa İslamiyet’ten ve Şamanizm’den izler taşıyan bir uygulamaya başvurulur, “Yağmur Duası”na çıkılır misal…
“Töreni” yöneten imam, önüne konan taşlara tek tek dua okuyup üfleyip diğerlerinden ayırır. Taş sayısı yetmişi bulunca hepsi bir torbaya konur ve su kenarına gidilir… İmam yağmur duası okurken taşların hepsi suya atılır. Yağmur yağmasını temsilen el parmakları aşağıyı gösterecek şekilde dua edilse de önemli olan taşa “okunması”dır.
Bu inanış Şamanizm’den ve “Yada” taşından gelir.
Eski Türk inanışına göre, “Gök Tengri”, “Yada”, “Yesem”, “Cada” “Yat” taşı da denen sihirli bir taş hediye etmiştir. Bu taşla yağmur, kar, dolu yağdırılabilirdi ki bu durumu Kaşgarlı Mahmut Divan’ında şöyle anlatır…
“Yat bir tür kahinliktir, ‘yada taşı’ ile yapılır. Bununla yağmur ve kar yağdırılmaya çalışılır. Ben, ‘Yağma Türklerinin’ ülkesinde gözümle gördüm. Bir yangın olmuş idi ve mevsim yaz idi, bu suretle kar yağdırıldı, yangın söndürüldü”…
10.yy.da İslam tarihçilerinden İbn-ül Fakih ise “Oğuzların ve Horasan sınırındaki Türklerin,  istedikleri zaman yağmur ve kar yağdırabilen taşları vardır” diye yazar…
Günümüz bilgilerine göre ise atmosferdeki su buharının yoğunlaşması ile oluşan ve damlalar şeklinde düşen yağışa “yağmur” denir. Damlaların küçük olduğu yağışa ise “çisenti”… Bunlar hala bildiğimiz ve kullandığımız sözcükler…
Gelelim unuttuğumuz  “çavgun” sözcüğüne…
Çavgun, “Rüzgarla birlikte karla karışık yağan yağmur”, “Fırtınalı yağmur” demektir ki “Bora” yağmuru getiren fırtınanın adıysa, “Çavgun” da fırtınayla gelen yağmurun adıdır.