“Hora geçmek”…
“Mevlevilik”,
13.yy.da yaşamış “Mevlana Celaleddin Rumi”nin görüşleri ve tasavvufi
düşünceleri üzerine, kendisinin ölümünün ardından gelişmiş bir tarikattır.
Bu
tarikata girmek oldukça zordur. Çile çekmek gerekir…
Ama
şimdilerde değil elbet, çile çekmek gerilerde kaldı artık…
Gönül
vermiş genç, dergaha gelir…
Ama
hemen “tamam” demezler, bir “dede”nin önermesi gerekir.
Bir
“dede” o gence kefil olursa, genç “Meydancı Dede”ye götürülür.
“Meydancı
Dede” genci sorar, soruşturur, zorluklardan, çilelerden söz ederek “düşün” der.
Düşünüp de “tamam” derse genç,
Bir
üst amir “Kazancı Dede”ye götürülür…
O da
anlatır benzer şeyleri, o da “düşün” diyerek süre verir…
Genç
yine “tamam razıyım, hazırım” dese de yetmez…
Bu
iki dede, genç hakkında “adli sicil” araştırması yaparcasına araştırma ve
soruşturmayı derinleştirip hakkında ne varsa öğrenirler.
Her
şey olumlu ise genç, Şeyh’ten sonra en yetkili kişiye“Aşçıbaşı Dede”ye
götürülür.
Konya’da
bulunan Mevlevihane’ye gidenler belki dikkat etmiştir.
Mevlevihane’nin
arkasında bulunan mutfak kısmında,
Mutfağın
tam giriş kapısının karşısında bir oyuk vardır.
Genç
ayakkabılarını çıkarır, uçları mutfağı gösterecek şekilde düzeltip bu oyuna
girer ve dizleri üzerinde oturup, gelecek yanıtı bekler.
Verilen
süre sonunda ayakkabılar hala kendi düzelttiği gibiyse yanıt olumlu,
Ter
yöne bakacak şekilde çevrilmişse olumsuzdur.
Yanıt
olumlu ise genç tekrar Meydancı Dede’ye gönderilir…
Dede,
“Meydan-ı Şerif” adlı salonun dış kapısı yanına “ayak postu” denen beyaz bir
post serer ve genci oturtur.
Gencin
başına “arakiye” denen bir çeşit başlık, sırtına “hırka” giydirilir.
Genç
bu post üzerinde, diz üstü üç gün üç gece oturur.
Bu
süre içinde o çevreyi, çevrede onu izler…
Üç
gün sonunda izlenim yine olumlu olursa, genç artık “Şeyh”e çıkarılır…
Şeyh
son öğütleri verir ve “Matbah-ı Şerif”e gönderilip, “matbah canı” olur…
Yani…
Mevlana’nın “Hamdım, Piştim, Yandım” demesi gibi, bir süre mutfakta çalışması
ve “matbah canı” olması gerekir.
Çile
çekmenin bir türlüsü sayılan mutfakta çalışarak, hizmet etmeyi, pişip
olgunlaşmayı öğrenecektir çünkü…
Bundan
sonra sırada 1001 günlük yani üç yıllık çile çekme vardır artık.
Tüm
bunlardan sonra “dede” olabilecektir. Ama…
Osmanlının
son zamanlarında bu ritüel yerini adam kayırmaya bırakmıştır.
Öyle
1001 güne falan bakılmaksızın, dergah dedelerinden biri “affettim” deyince,
Çile
çekmeden muaf sayılarak direkt dedeliğe terfi edilmiştir çünkü…
Günümüzde
mi?
Yine
aynı… Adamın varsa kafadan “dede”sin…
Neyse…
Gelelim sözcüğümüze…
Mevlevilerin
kendilerine has sözcük ve deyimleri var…
Bazılarını
yazımızda da yazdık…
“Hora
geçirmek” ve “hora geçmek” de bunlardan ikisi…
“Mevlevi
Terimleri” sözlüğünde şöyle yazıyor…
“Hora
geçirmek” sözü “Yemek anlamına gelen
farsça ‘horden’ sözcüğünden türetilmiştir. ‘Bir şey yemek’ anlamını ifade
eder”…
Ama
“horden” sözcüğü hakkında net bir bilgi olmadığından bir belirsizlik vardır…
“Hora
geçmek” ise “Makbule geçmek” anlamındadır ve Mevleviler arasında birbirleri
için yaptıkları hemen her şeyi ifade eder… Bir tür yardımlaşmadır sanki…
Buradan
halk diline yansımıştır.
“Beğenilmek,
Hoşa gitmek, Makbule geçmek, Verilen kişinin çok işine yaramak, Kabul görmek,
Tam ihtiyaç duyulduğu anda imdada yetişmek, Hayra geçmek” anlamlarında
kullanılmıştır.
Pek
çok kaynak ise bu sözcüğün “iyilik” anlamında “hayır” sözcüğünden geldiğini ve
“Hayra geçmek” sözünün bozulmuş hali olduğunu söylüyor ki taşıdığı anlamlarda
bunu doğruluyor sanki…
Karar sizin artık…