2 Haziran 2016 Perşembe


“Hora geçmek”…
“Mevlevilik”, 13.yy.da yaşamış “Mevlana Celaleddin Rumi”nin görüşleri ve tasavvufi düşünceleri üzerine, kendisinin ölümünün ardından gelişmiş bir tarikattır.
Bu tarikata girmek oldukça zordur. Çile çekmek gerekir…
Ama şimdilerde değil elbet, çile çekmek gerilerde kaldı artık…
Gönül vermiş genç, dergaha gelir…
Ama hemen “tamam” demezler, bir “dede”nin önermesi gerekir.
Bir “dede” o gence kefil olursa, genç “Meydancı Dede”ye götürülür.
“Meydancı Dede” genci sorar, soruşturur, zorluklardan, çilelerden söz ederek “düşün” der. Düşünüp de “tamam” derse genç,
Bir üst amir “Kazancı Dede”ye götürülür…
O da anlatır benzer şeyleri, o da “düşün” diyerek süre verir…
Genç yine “tamam razıyım, hazırım” dese de yetmez…
Bu iki dede, genç hakkında “adli sicil” araştırması yaparcasına araştırma ve soruşturmayı derinleştirip hakkında ne varsa öğrenirler.
Her şey olumlu ise genç, Şeyh’ten sonra en yetkili kişiye“Aşçıbaşı Dede”ye götürülür.
Konya’da bulunan Mevlevihane’ye gidenler belki dikkat etmiştir.
Mevlevihane’nin arkasında bulunan mutfak kısmında,
Mutfağın tam giriş kapısının karşısında bir oyuk vardır.
Genç ayakkabılarını çıkarır, uçları mutfağı gösterecek şekilde düzeltip bu oyuna girer ve dizleri üzerinde oturup, gelecek yanıtı bekler.
Verilen süre sonunda ayakkabılar hala kendi düzelttiği gibiyse yanıt olumlu,
Ter yöne bakacak şekilde çevrilmişse olumsuzdur.
Yanıt olumlu ise genç tekrar Meydancı Dede’ye gönderilir…
Dede, “Meydan-ı Şerif” adlı salonun dış kapısı yanına “ayak postu” denen beyaz bir post serer ve genci oturtur.
Gencin başına “arakiye” denen bir çeşit başlık, sırtına “hırka” giydirilir.
Genç bu post üzerinde, diz üstü üç gün üç gece oturur.
Bu süre içinde o çevreyi, çevrede onu izler…
Üç gün sonunda izlenim yine olumlu olursa, genç artık “Şeyh”e çıkarılır…
Şeyh son öğütleri verir ve “Matbah-ı Şerif”e gönderilip, “matbah canı” olur…
Yani… Mevlana’nın “Hamdım, Piştim, Yandım” demesi gibi, bir süre mutfakta çalışması ve “matbah canı” olması gerekir.
Çile çekmenin bir türlüsü sayılan mutfakta çalışarak, hizmet etmeyi, pişip olgunlaşmayı öğrenecektir çünkü…
Bundan sonra sırada 1001 günlük yani üç yıllık çile çekme vardır artık.
Tüm bunlardan sonra “dede” olabilecektir. Ama…
Osmanlının son zamanlarında bu ritüel yerini adam kayırmaya bırakmıştır.
Öyle 1001 güne falan bakılmaksızın, dergah dedelerinden biri “affettim” deyince,
Çile çekmeden muaf sayılarak direkt dedeliğe terfi edilmiştir çünkü…
Günümüzde mi?
Yine aynı…  Adamın varsa kafadan “dede”sin…
Neyse… Gelelim sözcüğümüze…
Mevlevilerin kendilerine has sözcük ve deyimleri var…
Bazılarını yazımızda da yazdık…
“Hora geçirmek” ve “hora geçmek” de bunlardan ikisi…
“Mevlevi Terimleri” sözlüğünde şöyle yazıyor…
“Hora geçirmek” sözü  “Yemek anlamına gelen farsça ‘horden’ sözcüğünden türetilmiştir. ‘Bir şey yemek’ anlamını ifade eder”…
Ama “horden” sözcüğü hakkında net bir bilgi olmadığından bir belirsizlik vardır…
“Hora geçmek” ise “Makbule geçmek” anlamındadır ve Mevleviler arasında birbirleri için yaptıkları hemen her şeyi ifade eder… Bir tür yardımlaşmadır sanki…
Buradan halk diline yansımıştır.
“Beğenilmek, Hoşa gitmek, Makbule geçmek, Verilen kişinin çok işine yaramak, Kabul görmek, Tam ihtiyaç duyulduğu anda imdada yetişmek, Hayra geçmek” anlamlarında kullanılmıştır.
Pek çok kaynak ise bu sözcüğün “iyilik” anlamında “hayır” sözcüğünden geldiğini ve “Hayra geçmek” sözünün bozulmuş hali olduğunu söylüyor ki taşıdığı anlamlarda bunu doğruluyor sanki…
Karar sizin artık…