27 Mart 2016 Pazar


“Pabucu dama atılmak”…
Türkler Selçuklu bayrağı altında toplanıp geldikleri Anadolu’da,
Bırakıp geldikleri Orta Asya steplerine benzediğinden olsa gerek daha çok Orta Anadolu kırsalını yurt edinmişler kendilerine…
Ama başka yaşamlar, kurulu başka düzenler de varlığını sürdürdüğünden, burada yaşayan diğer halklarla rekabet edebilmek için de sivil örgütlenmelere gitmişler…
Hacı Bektaş-ı Veli’nin önerisiyle,
Ahi Evran yani “Ahi Baba”, “Ahilik” teşkilatını kurmuş.
“Ahi” sözcüğü konusunda çeşitli görüşler ileri sürülse de kabul gören görüş,
Divan-u Lügati’t Türk’ de “eli açık, koçak, cömert, delikanlı” gibi anlamlarla yer alan “Akı” sözcüğünden geldiği yönündedir.
Günümüzün “Esnaf Odaları”na benzeyen bu örgüt, koyduğu kurallarla ve kurduğu kurullarla iyi niyetli ve becerikli esnaf, iyi ve yardımsever insan yetiştirmeyi gözetmiş.
Ahi olabilmek için esnaf olmak, zanaatkar olmak, sanat, ticaret ya da bir meslek dalıyla uğraşıyor olmak ilk kural olmuş…
“Peştamal kuşanıp” Ahi olabilmenin ikinci kuralı ise bir Ahi tarafından önerilmekten geçmiş. Gayri Müslimler, hakkında kötü konuşulanlar, zina ettiği ispatlananlar, hırsızlar, tellallar, vurguncular, katiller hatta kasaplar ve hatta vergi memurları alınmamış örgüte…
“Yamak” olarak girilmiş örgüte. Dükkanda, tezgah arkasında duran her genç Ahi, ustasından zanaat, yaşam ve ahlak kurallarını öğrenmiş…
İki yıl sonra “çırak”, bin gün ya da üç yıl sonra “kalfa”, bin gün sonra “usta” olunmuş…
Her çırağın iki “yol kardeşi”, bir “yol atası”, bir “üstad”ı, bir de “piri” olmuş…
Ahinin üç şeyi, “eli, kapısı, sofrası” açık,
Üç şeyi de kapalı, “gözü, beli, dili” kapalı olmalıymış…
Şimdi deyimimize dönersek…
Öncelikle “pabuç” Farsça bir sözcük…
“Pa” ayak, “poş” örtü, “papoş” ayak örtüsü, ayakkabı anlamında…
Şimdilerde “kendisinden üstün ya da daha çok değer verilen birinin gelmesi veya ortaya çıkması ile gözden düşmek, değeri kalmamak, herhangi bir konuda geçilmek, aşılmak” anlamlarında kullanılan “pabucu dama atılmak” deyimi, Ahilik örgütünün geleneklerinden ortaya çıkıp günümüze ulaşmış bir deyimdir.
Deyimi ortaya çıkaran gelenek konusunda ise iki farklı bilgi ve öykü bulunmaktadır.
İlk öykü, deyimin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor…
Osmanlı döneminde Ahilik örgütü, kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için önlem amaçlı bir kural koymuş.
Bir esnaftan bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz.
Ama diyelim ki kusurlu, hatalı çıktı.
Şikayet edildiğinde örgüt kurulları hem esnafı, hem de müşteriyi dinleyip karar veriyormuş. Eğer müşteri haklıysa bedeli ödetiliyor ve “kusurlu ayakkabı”, esnafın dükkan damına “ibret olsun” diye atılıyormuş…
Böylece de halk, o esnafın nasıl bir esnaf olduğunu görüyor, öğreniyor, biliyormuş…
Diğer öykü ise “pabucu dama atılmak” deyiminin ortaya çıkışını, başka bir Ahi geleneğine, Ahilerin “şed kuşatma” yani “peştamal kuşanma” törenine bağlıyor…
Çıraklıktan kalfalığa geçiş töreni öncesinde, eğitimini tamamlayan çırağın pabucu dama atılıyormuş. Atılıyormuş ki…
Artık kalfa olduğunu, çıraklık zamanındaki gibi iki “yol kardeşi”, bir “yol atası”, bir “üstad”ı, bir de “piri” olamayacağını bilsin, yerine yeni bir çırak geleceğinden,  kalfalarından ve ustalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini anlasın isteniyormuş…
İşte bu gelenek “pabucu dama atılmak” deyimini ortaya çıkarmış…
Hani bana soracak olunursa da düşüncem;
İlk anlatılan öyküde, bir kuraldan söz edip ama olayı sadece “ayakkabı satan esnafa verilen ceza” olarak anlatıldığından olsa gerek,
Deyim içinde geçen sözcüklere göre yaratılmış zorlama bir öykü olduğu yönünde…
Bu nedenle de ikinci öykü bana daha yakın geliyor ve…
İlk öykünün pabucunu dama atıyor…