“Pabucu
dama atılmak”…
Türkler
Selçuklu bayrağı altında toplanıp geldikleri Anadolu’da,
Bırakıp
geldikleri Orta Asya steplerine benzediğinden olsa gerek daha çok Orta Anadolu
kırsalını yurt edinmişler kendilerine…
Ama
başka yaşamlar, kurulu başka düzenler de varlığını sürdürdüğünden, burada
yaşayan diğer halklarla rekabet edebilmek için de sivil örgütlenmelere
gitmişler…
Hacı
Bektaş-ı Veli’nin önerisiyle,
Ahi
Evran yani “Ahi Baba”, “Ahilik” teşkilatını kurmuş.
“Ahi”
sözcüğü konusunda çeşitli görüşler ileri sürülse de kabul gören görüş,
Divan-u
Lügati’t Türk’ de “eli açık, koçak, cömert, delikanlı” gibi anlamlarla yer alan
“Akı” sözcüğünden geldiği yönündedir.
Günümüzün
“Esnaf Odaları”na benzeyen bu örgüt, koyduğu kurallarla ve kurduğu kurullarla
iyi niyetli ve becerikli esnaf, iyi ve yardımsever insan yetiştirmeyi gözetmiş.
Ahi
olabilmek için esnaf olmak, zanaatkar olmak, sanat, ticaret ya da bir meslek
dalıyla uğraşıyor olmak ilk kural olmuş…
“Peştamal
kuşanıp” Ahi olabilmenin ikinci kuralı ise bir Ahi tarafından önerilmekten
geçmiş. Gayri Müslimler, hakkında kötü konuşulanlar, zina ettiği ispatlananlar,
hırsızlar, tellallar, vurguncular, katiller hatta kasaplar ve hatta vergi
memurları alınmamış örgüte…
“Yamak”
olarak girilmiş örgüte. Dükkanda, tezgah arkasında duran her genç Ahi,
ustasından zanaat, yaşam ve ahlak kurallarını öğrenmiş…
İki
yıl sonra “çırak”, bin gün ya da üç yıl sonra “kalfa”, bin gün sonra “usta”
olunmuş…
Her
çırağın iki “yol kardeşi”, bir “yol atası”, bir “üstad”ı, bir de “piri” olmuş…
Ahinin
üç şeyi, “eli, kapısı, sofrası” açık,
Üç
şeyi de kapalı, “gözü, beli, dili” kapalı olmalıymış…
Şimdi
deyimimize dönersek…
Öncelikle
“pabuç” Farsça bir sözcük…
“Pa”
ayak, “poş” örtü, “papoş” ayak örtüsü, ayakkabı anlamında…
Şimdilerde
“kendisinden üstün ya da daha çok değer verilen birinin gelmesi veya ortaya
çıkması ile gözden düşmek, değeri kalmamak, herhangi bir konuda geçilmek,
aşılmak” anlamlarında kullanılan “pabucu dama atılmak” deyimi, Ahilik örgütünün
geleneklerinden ortaya çıkıp günümüze ulaşmış bir deyimdir.
Deyimi
ortaya çıkaran gelenek konusunda ise iki farklı bilgi ve öykü bulunmaktadır.
İlk
öykü, deyimin ortaya çıkışını şöyle anlatıyor…
Osmanlı
döneminde Ahilik örgütü, kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin
önüne geçmek için önlem amaçlı bir kural koymuş.
Bir
esnaftan bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz.
Ama
diyelim ki kusurlu, hatalı çıktı.
Şikayet
edildiğinde örgüt kurulları hem esnafı, hem de müşteriyi dinleyip karar
veriyormuş. Eğer müşteri haklıysa bedeli ödetiliyor ve “kusurlu ayakkabı”,
esnafın dükkan damına “ibret olsun” diye atılıyormuş…
Böylece
de halk, o esnafın nasıl bir esnaf olduğunu görüyor, öğreniyor, biliyormuş…
Diğer
öykü ise “pabucu dama atılmak” deyiminin ortaya çıkışını, başka bir Ahi
geleneğine, Ahilerin “şed kuşatma” yani “peştamal kuşanma” törenine bağlıyor…
Çıraklıktan
kalfalığa geçiş töreni öncesinde, eğitimini tamamlayan çırağın pabucu dama
atılıyormuş. Atılıyormuş ki…
Artık
kalfa olduğunu, çıraklık zamanındaki gibi iki “yol kardeşi”, bir “yol atası”,
bir “üstad”ı, bir de “piri” olamayacağını bilsin, yerine yeni bir çırak
geleceğinden, kalfalarından ve
ustalarından eskisi gibi ilgi görmeyeceğini anlasın isteniyormuş…
İşte
bu gelenek “pabucu dama atılmak” deyimini ortaya çıkarmış…
Hani
bana soracak olunursa da düşüncem;
İlk
anlatılan öyküde, bir kuraldan söz edip ama olayı sadece “ayakkabı satan esnafa
verilen ceza” olarak anlatıldığından olsa gerek,
Deyim
içinde geçen sözcüklere göre yaratılmış zorlama bir öykü olduğu yönünde…
Bu
nedenle de ikinci öykü bana daha yakın geliyor ve…
İlk
öykünün pabucunu dama atıyor…